"Suriye belası" peşimizi bırakmıyor!

Orta Doğu ve Suriye hakkında; çok "şok" iddialar ortaya atıldığı, çok "tehlikeli" şey söylendiği biliniyor.

Hele, ABD'nin yeni Başkanı Trump'un Suriye ile ilgili "şeytani" istekleri veya gizli düşünceleri gerçekten de Türkiye'yi çok yakından kuşkulandırıyor.

Aslında; Orta Doğu'yu ve bu arada Suriye'yi bütün gerçekleriyle, bütün çıplaklığıyla anlatabilmek veya anlamak da zor görünüyor.

İlginçtir; Orta Doğu'nun ortaya çıkışı Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışıyla başlıyor.

Son yıllarda, gerek Irak gerek Suriye'de meydana gelen olaylar, sözde "Arap Baharı"nın yanı sıra meşhur Büyük Orta Doğu Projesi, geniş bölgeyi zaten her zaman gündemde tutuyor.

Ne var ki, Ilan Pappe'nin "Orta Doğu'yu Anlamak" eseri, başlı başına bir kaynak oluşturuyor.

Özellikle, Osmanlı İmparatorluğu'nun gizemi, etkisi ve sonrasında parçalanan haritalar göz önüne çıkıyor.

Yazarın, görüş ve iddiaları günümüzün görüntüsüne çok eşleşiyor:

"Birinci Dünya Savaşı'nın galip güçleri, Orta Doğu'yu stratejik çıkarlarına en uygun şekilde nasıl böleceklerini, yerli halkla daha az ama kendi aralarında uzun uzun tartıştılar.

Son kararlar verilmeden önce çok fikir değiştirdiler.

1923'te diplomatik manevralar sona erdi ve Orta Doğu'da yeni siyasi haritacılık ortaya çıktı.

Süreç, ilki Fransa Versailles'da 1919'da yapılmış olan Barış Konferansı'nın İsviçre'nin Lozan kentinde yapılan son bölümünde törenle sonra erdi.

Sonra çeşitli bölgeler bir güçten diğerinin eline geçti ama 1923'teki haritanın dış hatları, 21. yüzyılın başında hala aynı.

İngiltere 1924'te, hem Orta Doğu hem de Afrika'da bağımsız bir İngiliz üssü yapmak için Sudan'ı Mısır'dan ayırdı.

Aynı yıl, Arap yarımadasının son haritası çizildi.

Suudi Arabistan yeni bir jeopolitik yapı olarak ortaya çıktı.

Öncelikle, Suudi Arabistan'ın Necd Çölü'nün bağrından çıkan bu yeni ittifak, İbn Raşid Krallığı'nı (yarımadanın kuzeyinde, Ürdün ile bugünkü Suudi Arabistan arasında sadece iki yıl yaşayan küçük şeyhlik, 1918-1920) ve Hicaz'daki Haşimi Krallığı'nı (Suudiler tarafından ele geçirilene kadar 1916-1924 arasında bağımsızdı) yuttu.

Hicaz, Mekke ve Medine'yi kapsıyordu ve bunların işgali, Haşimilerin Osmanlıların ardından Maşrık'in İslami yönetimini almak için başvurdukları hileye de son verdi.

Yeni Suudi yöneticiler, Haşimi ailesinin başı Şerif Hüseyin'i, İngilizler tarafından oğulları Abdullah ve Faysal'a verilen iki ülkeden birisine sürgüne gitmeye zorladılar.

Abdullah'a Ürdün, Faysal'a Irak verilmişti."

Ilan Pappe eserinde Orta Doğu'da haritanın belirlenmesine ışık tutmaya devam ediyor:

 "İngilizler ayrıldıktan sonra Filistin mandası (1918-1948) 3 ayrı jeopolitik yapıya bölündü:

İsrail, Ürdün'e katılan Batı Şeria (1952) ve Mısır'ın kontrolüne giren Gazze Şeridi.

Suriye toprakları ise, bölündü ve sonradan yeniden birleşti.

Lübnan ve Suriye'nin son sınırlarına, 1925'te Suriye'nin bağımsızlığı adına sahneye konulan, isyanın ardından karar verildi.

Sonuç olarak, Suriye'nin batısı Sünni nüfusuyla birlikte, Hıristiyan, Dürzi ve Şiilerin çoğunluğu oluşturduğu Lübnan'a katıldı.

Toprakları eksilmiş Suriye'de Sünniler çoğunluk olmaya devam etse de Aleviler gibi diğer gruplar, Fransızlar tarafından tercih edildiler."

Oysa, günümüzde yaşananların Türkiye'yi yakından ilgilendirdiği hatta duyulan endişenin yanı sıra bazı tehditler doğurduğu öne sürülüyor.

 Projeksiyonlar; Suriye üzerine yakıldığında, Türkiye'yi tehlikeli projelerin beklediği fark ediliyor.

Özellikle, bu sancılı coğrafyada ABD, Rusya, İran, Suudi Arabistan ve İsrail planlarının bazen birleştiği, bazen ayrıştığı hatta bazen keskin şekilde değiştiğini öne çıkaracak bilgiler, haberler, formlar, toplantılar dünya'yı sarsıyor.

Ne yazık ki, çoğu projelerde Türkiye'nin toprak bütünlüğünü dahi ihlal edecek görüşlerin ortaya atıldığı sezinleniyor. 

Üstelik, ABD ve Rusya'nın, "güvenli bölge" planlarının Türkiye'nin bu alandaki görüşlerine tam zıt olduğu da şimdiden anlaşılıyor.

Velhasıl yakın yılların yanlış Suriye politikası peşimizi bırakmıyor. 

Yazarın Diğer Yazıları