Suriye'de "kazanan" kim!

Nereden bakılırsa bakılsın; Suriye'de her şeyden önce, "insanlık dramı" yaşanıyor.

Zaten yıllardan beri, bu kanla bezenmiş proje başta süper güçler olmak üzere çeşitli ülkeler tarafından uygulanıyor.

Ne var ki, "İnsan Hakları" ihlalleri gerekçesiyle, ülkeleri "imha etme" girişimleri, tıpkı Libya'da hatta Irak'ta olduğu gibi çok tehlikeli sonuçlar doğuruyor.

Adına ne denirse denilsin ve tarafları kim olursa olsun, Orta Doğu'da "çok tehlikeli" bir planın, safha safha uygulanmakta olduğu netleşiyor.

Yıllar önce, adı konan bu yıkım projelerinin bir ucunda ABD ve müttefikleri, diğer ucunda da, Müslüman ülkeler de yer alıyor gibi görünüyorsa da, çok karmaşık çok "göstermelik" ittifaklar veya düşmanlıklar boy atıyor.

Düne kadar, Suriye'nin içine sürüklendiği son durumu anlamak ve anlatmak dakikalar geçtikçe daha da çetrefilleşiyor.

Bu arada, özellikle Şii milislerin, "kurtarma yolunda" çocuklara, kadınlara ve yaralılara karşı giriştiği katliamın Kerbela'yı çağrıştırması üzüntüye üzüntü ekliyor.

Suriye'nin kanlı fotoğrafında, bir yanda Rusya ve İran diğer yanda Türkiye, Suudi Arabistan, Katar öte yanda ise ABD hatta İsrail boy gösteriyor.

Üstelik, koskoca devletlerin terörist örgütlerle iş birliği, Dünya'nın yeni bir yüz karası oluyor.

Suriye'deki son karma karışık durumun tam olarak ne zaman berraklaşacağı tahmin bile edilemiyor.

Ancak, Halep'i "yıkıntı halinde" yeniden elde etmesine rağmen Esad'ı daha çok endişeli ve zor günler beklediği sanılıyor.

Bu arada, sayıları en az 62'ye varan Şii örgütlerine mensup militanların Sünnilere karşı giriştiği katliamlarını durdurulması bütün dünya tarafından bekleniyor.

Suriye'de "tezgah üzerine tezgah kurulurken" eski günlere gidildiğinde, içine düşülen tuzağın ayrıntıları ile birlikte tarafımızdan da dikkatlere sunulması gerçekten de objektif bir gazetecilik sergiliyor.

18 Şubat 2012'de Yeniçağ'da yayınlanan yazımızın bir bölümünü aktarmamız icap ediyor:

..."10 yıl kadar süren Irak-İran savaşı "milat" alınırsa oynak stratejinin başlangıç tarihi hakkında fikir edinmek mümkün oluyor.

Arada, İran kaynaklı "Hizbullah" oluşumları ve eylemleri, İsrail'in tehdit altında olduğu propagandasını oluşturuyor.

Arkadan da, Irak'ın Kuveyt'i işgali belki de tuzağı ve Körfez Savaşı, düğmeye tam olarak basışın kilometre taşı sayılıyor. Öte yandan, Afganistan ve Pakistan hezimeti sürece eklenirse, durumun çarpıklığı kendiliğinden ortaya çıkıyor. Önce, "Büyük Ortadoğu Projesi" sonra da, "Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi" ile enerji ve yollarını "güven" altına alma hülyasına dalan ABD'nin çirkin yüzü resmileşiyor.

Bunca, can ve mal kaybı trajedisinden sonra, şimdi de, Suriye  "yutulmak" isteniyor.

Libya senaryosunun aynen uygulanmasına, Rusya ve Çin'in karşı çıkması bütün planları alt üst ediyor.

Suriye'nin kolay kolay düşmeyeceğini öne sürmek için ne iyi bir diplomat ne de uzman olmaya gerek kalmıyor.

Üstelik, İran'ın muhtemel bir çatışmaya veya savaşa girmesinin Orta Doğu'yu barut fıçısı haline getireceği de, peşinen kabul ediliyor.

Çoğu çevreler tarafından olumsuz görünen hükümet politikasını eleştirmenin ötesinde, İran'ın devreye girmesi halinde Türkiye'nin büyük zararlar görebileceği kanısı kafaları kurcalıyor.

Aslında, şimdilerde olsa bile Türkiye'nin komşularına karşı tarafsız politika gütme refleksine dönmesi halkın büyük beklentileri arasında yer alıyor.

Projenin bir parçası olmak değil, ondan mümkün olduğu kadar uzaklaşabilmek hatta kaçabilmek politikasını yaşama geçirmek, çok engebeli bir tepeye tırmanmaya benziyor."

Özellikle, şimdiki durumuyla Suriye'nin bağımsızlığı, Türkiye'yi çok yakından ilgilendirdiği artık kabul ediliyor.

Suriye'yi son konumunda bile "kazanan" ilan etmek gün geçtikçe güçleşiyor.

Öte yandan, İsrail'in Suriye, İran ve terör örgütlerine karşı güvenliğini perçinlediği, stratejik kazanımlar elde ettiği de yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

Yazarın Diğer Yazıları