Tanrı Dağı’nın eteğinde Manas ruhu

Dost ve kardeşimiz Kırgızistan yaklaşık 70 yıl süren Sovyetler idaresinin ardından 31 Ağustos 1991 tarihinde bağımsızlığını elde etmiş ve diğer Türk Cumhuriyetleri gibi Kırgızistan’ı da ilk tanıyan ülke Türkiye olmuştur. Bölgenin nüfus, yüzölçümü ve yer altı kaynakları bakımından en geri durumdaki ülkesi olan Kırgızistan, tüm bu sıkıntılara rağmen jeopolitik ve stratejik önemini korumaktadır. Bölge üzerinde hedefleri olan Rusya, ABD ve Çin gibi ülkeler Kırgızistan’ın bu önemiyle doğru orantılı olarak farklı diplomatik araçlarla ülkenin iç ve dış politikasında etkili olmaya çalışmaktadır. Bugün ülkenin GSYH’sı 7,2 milyar dolar, kişi başına düşen milli geliri ise 1500 dolar civarındadır. Kırgızistan’ın en önemli gelir kaynağı dışarıdan gelen dövizler ve askeri üslerden elde edilen kira gelirleridir. Başkanlık sistemiyle yönetilen Kırgızistan’da devlet dili Kırgızca, resmi dil ise Rusçadır. Enflasyonun % 8 olduğu Kırgızistan’da, son üç yılda özellikle başkentte inşaat sektöründeki canlılık göze çarpmaktadır. Bu yıllar arasında inşaat sektörünün yüzde 21,2 büyüdüğü görülmektedir. Kardeş Kırgızistan’da umut verici bu gelişmelere karşın kronikleşen problemler de dikkat çekmektedir.

Değişime direnç
Kırgızistan’da renkli devrimlerle başlayan süreç, her ne kadar özgürlük ve hak arama mücadelesi olarak sunulsa da ülkede son 10 yılda gelen 3 devrimin bölüşüm sorunuyla ilgisi olduğu söylenebilir. Zira ülke Sovyetler döneminde kapalı ve merkezi bir ekonominin güdümündeydi. Kazakistan ve Türkmenistan gibi farklı enerji kaynaklarına sahip olmaması sebebiyle, bölgenin ekonomik açıdan en zayıf ülkelerinden birisi haline gelmişti. Bağımsızlık sonrasında liberalleşme yönünde atılan bazı adımlar Kırgızistan’da göreli bir değişim ve gelişim meydana getirmişti. Ancak tüm bunlara rağmen bir dönem “Orta Asya’nın İsviçre’si” olarak nitelendirilen Kırgızistan Cumhuriyeti, Sovyetlerden kalan ekonomik ve yönetsel mirasın kökleşmiş etkisinden kurtulmakta zorlanıyordu. Bir yandan pek çok alanda gerçekleştirilen reformlar, bir yandan da merkezi ekonominin yıkıcı zemininde şekillenen değişime direnç, ülkenin geleceğe taşınmasında ve dünyayla entegre olmasında ciddi bir engel teşkil ediyordu.
Kuzey-Güney dengesi
Kırgız toplumunun karakteristik özelliklerinden birisi de kabile kültürünün sosyal ve yönetsel yapıda belirleyici rol oynamasıdır. Bu durum özellikle Sovyetler döneminde belirginleşen, kabile ya da aşiretlerin belirli bölgelere ve aralarında keskin sınırlar çizilerek yerleştirilmesiyle bugüne kadar taşınmıştır. Kırgız kabileleri sağ (Güney) ve sol kanat (Kuzey) olmak üzere iki büyük ittifaka bölünmüştür. Örneğin kurucu Devlet Başkanı Akayev, Kuzey, ardından gelen Bakiyev’in ise Güney tarafının temsilcisi olduğu belirtilmektedir. 7 Nisan 2010’da Bakiyev’in olağanüstü hal ilan etmesinin ardından gözaltına alınan muhalefet liderlerinin başında Kırgızistan’ın bugünkü Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev geliyordu. Burada da bir Kuzey-Güney gerginliği gün yüzüne çıkmıştı. Ülkede güçlenmek ve bir yönüyle iktidara ulaşabilmek için bu sosyal ağ düzeneklerinde kalıcı etkiler bırakabilmek son derece önemlidir. Hatta her iki liderin değişiminde de kendilerini daha önce destekleyen grupların rolü olduğu anlaşılmaktadır. Bu yönüyle Kırgızistan’a bakıldığında ülkenin iki önemli şehri olan Bişkek ve Oş şehirleri etrafında toplanan siyasi, ekonomik ve sosyal bir sistemler ağı olduğu ileri sürülebilir.
İşte bütün bu sorunlara rağmen Tanrı Dağlarının eteğinde, Manas’ın destanıyla vücut bulan; Kurmancan Datka’ların yetiştiği Kırgızistan toprakları bağımsız bir devlet olarak yaşamaktan vazgeçmeyecektir. Türkiye ise her zaman olduğu gibi kardeşleriyle bir ve beraber olmaya devam edecektir.

Yazarın Diğer Yazıları