Taraflı cumhurbaşkanı hükümet görevi verebilir mi?

İşte sona yaklaştık. Yarın oy vereceğiz. Bu seçim ülkenin kaderini belirleyecek ve Türkiye’nin geleceği üzerinde etki yaratacak. Tam 13 yıl süren “mağdurların iktidarında”  halk pek çok şey gördü ve açıkça şahit oldu.
Bu seçimde önemli bir seçmen kitlesi vazgeçme noktasına geldi...
Dikkat ettiniz mi bilmem. Bu seçimler, olağandışılıklarla başladı ve öyle bitiyor.
İlk defa iktidar partisi, halka  “benim hiçbir hazırlığım, hiçbir projem yok. Eskiyi sürdüreceğim”  dedi.
Bunun sonucu olarak öteden beri muhalefet için söyleyip geldikleri “bunların bir projesi bile yok”  alaycılığı bitti. Yerini, muhalefete yönelik “yapamazsınız, veremezsiniz, bilemezsiniz, nereden bulacaksınız” eleştirileri aldı.
Bu hâl, aynı zamanda ortaya kabul edilebilir bir şey koyamamanın çaresizliğidir.
Bu seçimin en dikkat çekici özelliği ise iktidarın aciz, muhalefetin güçlü çıkışlarıydı.
Halk ağlayıp sızlayıp yalana başvuran, hile yapmaya müsait bir görüntü veren, elinden ekmeği alınacak çocuklar gibi mızıkçılık çıkaran bir iktidar partisi gördü. Bunun karşısında ise ne istediği açıkça belli olan, dik duran, iddialarını ısrarla sürdüren bir muhalefet vardı.
Bir diğer önemli mesele; dinin siyasete çok açık ve net bir biçimde alet edildiğini gördük.
Caminin içine varana kadar partizanlık sokuldu. Kutsala sığınma, bir çeşit yakarış, bir çeşit  “yenildik”  mesajı değil miydi?
Seçmen, bu tür davranışların nedenini çabuk anladı. Davranışların sahte ve kendilerine dönük, kaçışı önleyici, gidenleri durdurmak isteyen ve geri çağırmaya yönelik son çabalar olduğunu çoktan fark etti.
Seçimlerin tarihe damga vuracak yanı ise “tarafsızlık”  yemini eden bir cumhurbaşkanının, parti lideri rolüyle, açıktan seçime taraf olmasıdır. Bu durum, seçim güvenliğini, tarafsızlığını, devletin her partiye uzak duran yanının bilerek, istenilerek çökertildiğini gösteriyor.
Hatta daha ileriye gidersek, bu tür çıkışlar, “seçimi açıktan etkileme, yönlendirme” suçunun fiiliyata dönüştüğünü, böylece seçimin vesayet altına girdiğini gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 2015 yılı parlamento seçimlerinin tarafı olmakla, sadece yasanın kendisine verdiği yükümlülükleri çiğnemiş olmadı, seçim tarihine bir ilk olarak geçti. Bir çeşit ara rejim yarattı. Çünkü bu yaptığı, olağan değil olağan dışı bir davranıştır. Olması gereken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir tür üst aklı rolünü oynayarak, bütün partileri, bütün yurttaşları, devlet olma bilinciyle kucaklayarak, toplumsal huzurun, kamu düzeninin sürdürülebilir olmasını sağlamaktır. Ancak o, bu seviyede kalmayı önemsemedi. Elbette bu davranışlarının halkta bir karşılığı olacaktır. 
Seçimler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davranışlarının da onaylanıp onaylanmadığını gösterecektir. Seçimden sonra tartışmamız gereken en temel sorulardan biri şudur: Cumhurbaşkanı, tarafını seçip, aktif propagandayla tüm seçim sürecinde rol aldığına göre, geçerli bir halk desteğine sahip midir?
Bu seçimleri aynı zamanda Cumhurbaşkanı için bir referandum gibi de düşüneceğiz. Buna hakkımız var. Çünkü pazartesi günü çıkacak gazetelerden birinin manşeti şöyle olabilir: Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimi kayıp etti.
Ve bir soru daha: Taraf olmuş, yasanın çizdiği sınırların dışına çıkmış ve seçimi kayıp etmiş bir cumhurbaşkanının, yeni hükümetin kurulması için yasal yetkilerine sığınarak görevlendirme yapması caiz midir?
Cumhurbaşkanının meşruiyet krizine dikkatinizi çekerim. 
Unutmayalım: 
Horana kalkan oynar.

 

Yazarın Diğer Yazıları