Tehlikeli gidişat

Yıl 1997 idi ve o yıllarda Marmaris’te çalışıyordum, sahilde yan yana kurulu bulunan ve günlük turlar satılan bir işletmede konuşur iken, Almanya’da doğmuş orada hiçbir sapa balta olamadığı için Türkiye’ye gelmiş ve turizm sektöründe “tur satıcılığı”  yapan şahsın “ya Kurtuluş Savaşı yapılmasa idi ne güzel olacaktı, şimdi paramız İngiliz Sterlini olacaktı değeri de daha fazla olacaktı”  sözünü duyar duymaz suratına indirdiğim yumruğu hatırlıyorum. Bu olayın üzerinden uzun yıllar geçtikten sonra daha dün buna benzer bir lafı tekrar duymak tüylerimi diken diken etti. Turizm sezonunun kötü gitmesini bahane eden bir otelci,  “Biz bu işi bilmiyoruz arkadaş, bak İngilizler ne güzel hem villalarını yaptılar hem de patır patır haftalık kiraya veriyorlar ve bizden çok daha iyi para kazanıyorlar, aslında bu turizm bölgelerini İngilizlerin yönetmesi lazım, hiç olmazsa onların yönetiminde daha iyi para kazanırız”. Bu sefer yumruk indiremedim...
Ülkemizin altı üstüne getirilir iken, insanlarımız artık şehit cenazelerine ilgi göstermeyip, sadece kendi günlük kazancını, kredi borcunu düşünürken, vatanın ne hale geldiği konusunda hiçbir düşüncesi olmayan, kendinden başka hiçbir şey düşünmeyen insan tipleri ortada dolaşır iken ve turizm sektöründen sıcak para kazanmaya devam eder iken, sanıyorum “hainliği yalnızca eline silah alıp dağa çıkanlarla sınırlamak” resmin hepsini görmediğimizi gösteriyor.
Yıllardır söylediğimi yine söylüyorum; turizm sektörü Türkiye’nin en yumuşak karnını oluşturuyor, bu sektörde hiçbir zaman tam anlamı ile Milli bir duruş göremiyoruz, turizm sezonlarını kurtarmanın peşinde gerisi ne olursa olsun mantığına sahip kitlelerden oluşan bir sektör turizm sektörü. En başta verdiğim örnekte olduğu gibi, kendi kazancı için “turizm bölgelerinin yönetiminin İngilizlere verilmesini”  bile önerebilecek kadar alçakça düşüncelere sahip mahlukların olduğu bir sektör.
Sayın Başbakanımızdan ricam, ülkemizde her şeyi “evet veya hayır’a” endekslememesi yönünde olacaktır. Devlet olarak politikasını üretemediğimiz, kontrolünü birkaç yabancı tur operatörüne teslim ettiğimiz turizm sektörü, bu yabancı kontrolü nedeni ile sektörün yerli yatırımcıları da beyinsel olarak sömürgeleşmeye başladı. “Otelim dolsun da kim doldurursa doldursun” gibi basit ve şahsiyetsiz bir yapıya doğru kayıyor.
Manzara-i umumiye böyle olunca insanın aklına “evet desem ne olacak hayır desem ne olacak”  geliyor. Bana öyle bir üçüncü seçenek sunun ki
* Ülkemin insanları devleti ile gurur duysun
* Vergi vermeyi bir onur saysın
* Vatan uğruna can vermeyi enayilik görmesin
* Başkalarının kendisini yönetmesini istemesin
* Türk olduğu için kendisi ile gurur duysun
* Bu ülkede doğmuş ve yaşıyor olmakla övünsün
Sözüm şu ki; toplumu bu hale gelmiş bir ülkeyi ne evet ne de hayır iflah eeder. Otuz yıllık asimile politikalarını bu iki kelimeye indirgeyip, ellerinde sihirli değnek varmış gibi hareket edenlere kesinlikle inanmıyorum. Vatandaşlarının başka ülke yönetimleri altında daha mutlu olunacağı düşüncesini görmezden gelen zihniyetten kesinlikle haz etmiyorum.
Devletler ancak ona inanan bireyleri olduğu sürece ayakta kalabilirler, Irak’ta askeri geçit törenlerinde görünüşleri ile muhteşem bir ordu havası yaratan Irak Devrim Muhafızlarının işgal sırasında ne olduğunu gördük, bir kurşun bile sıkmadılar. Çünkü onlar  “halk devriminin değil Saddam diktatörlüğünün topluma devrim diye yutturduğu düzenin paralı ordusu”  idi. Saddam ile birlikte o da yok oldu.

Yazarın Diğer Yazıları