Tek vatan, tek millet, tek eş!

Bir elinde silah tutarken ötekiyle demokratik özgürlük bayrağı sallıyor. “Silaha aldırmayın niyetim özgürlük ve insan hakları” diyerek aklınca “herkesi kör alemi sersem” sanıyor. Üstelik “masadan çekilirsem yerimi silahlı militanlar doldurur” diyerek aba altından sopa göstermekten utanmıyor. Daha da ileri giderek, “öz savunma birlikleri ve özerk yönetim” gibi uçuk kaçık önerilerini dikte ettirmeye kalkışıyor.
Şimdiye kadar kimler adına isyana kalktığının hesabını vermeden, şehit ettiği Mehmetçik’in, katlettiği masumların ve ölüme gönderdiği gencecik bedenlerin diyetini ödemeden, döktüğü kanın bedelini istiyor.
Dirayetsiz devlet adamları, liyakatsiz siyasetçiler, basiretsiz istihbaratçılar vs hepsi bir araya gelerek nasıl başardılarsa; geniş kitleleri, devletine, bayrağına hatta kendi milletine düşman etmeyi başardı. Cehaletin böylesi ancak mürekkep yalayanlara nasip olurdu. Basit bir sivilce gibi zamanında sıkılıp atacak hastalıkları, kazıya kanata kanserli ura çevirdiler. Şimdi yine acemice fakat ağır ilaç tedavisi (kemoterapi) ile bütün bir bünyeyi zayıf düşürüyorlar. 1993-95 arasında yürütülen “teröristle mücadele” daha sonraki yıllarda sosyal, kültürel ve ekonomik yönleriyle “terörle mücadele” aşamasına evrilemeyince, yani bölge insanının ocağını sarsan tahribat zamanında tamir edilmeyince, yıkılan ailelerin çocukları polise ve askere taş atar vaziyete dönüştüler.
Teröristlerin kime diyet borcu vardı, artık herkes biliyor. Anlayamadığımız terörün siyasal ve sosyal sonuçlarını öngöremeyen yöneticileri yıllarca nasıl başımızda tutabildiğimiz. Neredeydi bugün ahkam kesen devlet adamları? İsrail, ABD ve NATO’nun ‘işgal edilen ülkeler’ üzerinde geliştirdiği özel harp yöntemlerini kendi insanınıza uygulamaya kalkarken hiç mi araştırma yapmadınız, vicdanınız hiç mi sızlamadı? Dediğim dedik mantığıyla, 10 sene sonrasını dahi planlamadan icraata girişenlerin cahilliklerinin ve önyargılarının neticesinde bütün memleket yanıp yıkılıyor.
Bugün de farksız mı? Reyting canavarını beslemek için toplumun yüksek değerleri kurban ediliyor. İlkel kabilelerin putlarına ve şerrinden emin olmak istediği totemlerine adak sunmaları gibi bir şey. İki dil meselesi gündemde ilk sıralara yükselince, ikilikten ve ikilemden nemalanan kesimler ikinci eş konusunu da kaşımaya başladı.
Dini ve milli kutsallar, bağlamından koparılarak güncel polemik malzemesi haline dönüştürülüyor. Kimisi “Fatmagül’ün Suçu Ne?” diyerek, kimi aile ağacının yapraklarını tek tek dökerek, kimi devlet müessesinin yönetimini ‘kurtlar vadisi’ne emanet ederek istismar ediyor. Bahaneleri önceden hazır; “toplumda bunlar da yaşanıyor, biz dikkat çekerek ne kadar zararlı olduğunu gösteriyoruz” yahut “izleyici bunlardan hoşlanıyor, beğenmiyorsa başka kanala zaplasın vs..”
İki dil gibi iki eş konusu da konuşulsun ancak bunlar münakaşa şeklinde değil münazara kıvamında olmalı. Fakat bu konular sorunun öncesini sonrasını bilmeyen ve yanlış sonuçlar çıkarabilecek kitlelerin önünde değil, akademik ortamlarda ele alınmalıdır. Elbette tek eşlilik esastır, ailelerin çözülmemesi aksine güçlenmesi açısında bunun takviye edilmesi gerekir. Günümüzde slogan üretmek, süslü laflar etmek, kamuoyu oluşturmak profesyonel şirketlerce yürütülen sıradan işler haline geldi. En değersiz meta, allanıp pullanıp nadide eser gibi pazarlanabiliyor. Toplumun sinir uçlarını harekete geçirecek konular cımbızla çekilerek en önemli konular gibi reyting piyasasına sürülebiliyor. Neyse ki toplumun ruh kökleri öyle derin ve maneviyatı o kadar sağlam ki hâlâ çözülmüyor. Hani Sadrazam Keçecizâde Fuat Paşa’ya atfedilen bir söz vardır, Girit’i isteyen Fransız başvekile, “300 yıl siz dışarıdan biz içeriden çalıştığımız halde bir türlü yıkamadık” der ama Girit’i de vermez. Şimdikilerin ise popülizm ve basit çıkarlar uğruna neleri harcamayacağını kestirmek gerçekten zor!

Yazarın Diğer Yazıları