​Temenni olarak kalmasın

​Temenni olarak kalmasın
Başbakan Binali Yıldırım, "Çok daha gelişmiş bir demokrasi ve hukuk devleti olarak yürüyüşümüzü sürdüreceğiz. Sorunlarımızı torunlarımıza havale etmeyeceğiz" dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Tüm bunlara şahit olduktan sonra artık 15 Temmuz öncesindeki gibi davranamayız. En başta Cumhurbaşkanı olarak ben davranamam. Aynı şekilde iktidar partisi olarak AK Parti böyle davranamaz. Muhalefet partilerinin de aynı anlayışta olduğuna bu süreçte şahit oldum, inanıyorum" dedi.

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da şöyle konuştu:

"Benim gibi düşünen adam devlette olsun değil, esas meselemiz ehliyet, liyakat ve millete sadakat olmalıdır. Dini, seküler fark etmez, gerçekten ehliyeti, liyakati ve millete sadakati olan insanlar gelsinler, devletin kadroları içinde yer alsınlar. Ümit ederim ki 15 Temmuz saldırısı böyle bir dönüşüme vesile olur."

Bu sözlerin hepsini ben de söyleyebilirim, yazabilirim. Zaten yıllarca yazdım da, söyledim de. Ama bu kez bu sözleri söyleyen üç kişi, devletin en tepesinde yer alıyor. Birisi Cumhurbaşkanı, diğeri Başbakan, ötekisi Başbakan Yardımcısı. "İcra" dediğimiz gücün başındalar ve onlar ile benim farkım "icraat ile temenni" arasındaki farktır.

Ben temenni ederim, talep ederim, bunun için yazıp çizebilirim. Ancak onların "temenni etmek, talep etmek" hakları yoktur. Millet onları seçerek işbaşına getirdi ki "icraat" yapsınlar.

Yetkisiz bir makamdaymış gibi "Şöyle olsa ne iyi olacak, böyle olsa ne iyi olacak" demek hakları yoktur. Onun için önümüze bir icraat planı koymalarında yarar var.

Bu olağanüstü günler ne kadar sürecek, olağanüstü günlerden sonra demokratikleşme, güçler ayrılığı gibi konularda ne tür gelişmeler yaşayacağız, bu hedef için ne tür kanun değişiklikleri olacak? Yeni anayasa meselesi nasıl çözülecek? TBMM ne zaman kendisinden beklediğimiz gibi gerçek bir yasama ve denetleme organına dönüşecek? Bu konular, demokratik bir ortamda geniş bir katılımla tartışılabilecek mi, yine gece yarısı torba kanunlarıyla oldubittiye mi gelecek?

Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğer bakanlar söyledikleri bu sözlerin toplumun geniş bir kesiminde heyecan ve ümit yarattığının farkında olmalılar. Dileyelim ki bugünlerin heyecanı ile söylenmiş güzel sözler, tatlı vaatler olarak kalmasın.

Mehmet Y. Yılmaz Hürriyet

 

***

 

med-ari.jpg

 

***

 

Oynanan oyunun özeti

Devletin mallarını satıp "çılgın"lıklarının açığını kapatacaklar

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda kabul edilen tasarıyla, 100'den fazla devlet kurumunun varlık ve hisselerinin Özelleştirme İdaresi'ne devri kararlaştırıldı.

PTT, TÜBİTAK, Atatürk Orman Çiftliği, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Milli Piyango, TRT, Türkiye Petrolleri, Devlet Hava Meydanları gibi kuruluşlar da bu yasanın kapsamı içinde. Kamuoyunda bu kurumların özelleştirileceği gibi bir hava esiyor. Ancak yasa kurumun kendisini değil sahibi olduğu varlıkları özelleştirmeyi öngörüyor. Konuyu CHP Milletvekili Aykut Erdoğdu ile konuşuyoruz..

Örnek veriyor:

- Diyelim ki TRT'nin Antalya'da çok değerli bir yaz kampı veya kullanmadığı bir istasyonu var. Yasa ile bu tesisler satılabilecek. Aslında kurumların bu şekilde parça parça satışı söz konusu...

- TRT o kampı isterse satamaz mıydı?

- Satardı ancak İhale Kanunu çerçevesinde hareket etmeye mecburdu. O zaman işlemler uzar, yolsuzluk zorlaşırdı. Özelleştirme İdaresi'nin satış mekanizması daha süratli işler. Malı kısa sürede istediğin fiyata istediğine satmak kolaylaşır.

Aynı zamanda Türkiye Varlık Fonu kuruluyor... Varlık Fonu: "Otoyollar, üçüncü köprü, üçüncü havalimanı, nükleer santral gibi büyük altyapı projelerine finansman sağlanması"nı öngörüyor.

Devlet malları parça parça satılıp Varlık Fonu aracılığıyla büyük projelerin açıkları kapatılacak. Oynanan oyunun özeti bu...

Melih Aşık Milliyet

 

***

 

ABD'lilerin bu konuları da açıklaması gerekmiyor mu?

...Wikileaks belgelerinde Jeffrey'in "Gülen yapılanmasının devlet içindeki gücünün endişe verici boyutlara ulaştığını Washington'a bildirdiği" de vardı.

Bu bilgileri Balyoz-Ergenekon davaları devam ederken vermiş.

(...)

"ABD o dönemde aldığı bu bilgileri ne yapmış? Gülen'i muhafaza etmeye neden devam etmiş ve bunları Türkiye'ye zamanında açıklayıp ortak hareket etmemiş, böylesi felaket bir olayı önlememiş" gibi sorular ortaya çıkıyor.

Türkiye tarihindeki en kötü dönemlerden birini 15 Temmuz nedeniyle yaşadı, bir müttefik, bir dost ülke bu olay yaşanmadan yardımcı olamaz mıydı?

Diğer ülkelerdeki her gelişmeyi mikroskop altında takip eden, Türkiye'deki PKK ve IŞİD bombalı saldırılarını bile vatandaşlarına önceden haber veren ABD acaba 15 Temmuz konusunda hiç mi istihbarat almadı?

Şimdi Türkiye'deki yönetime sempatik görünecek sözler söylemek yeterli midir?

(...)

PYD geçen Cuma "ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri"nin desteğiyle ve "IŞİD'i çıkaracağız" diyerek girdiği Menbiç'ten Sünni Arap ve Türkmenler'i sürmeye hazırlanıyor.

IŞİD aynen Tel Abyad'daki gibi savaşmadan terk etmiş Menbiç'i... 

ABD önceleri "muhaliflere yardım edeceğini" söylüyor hatta onları eğitiyordu. Sonra her nasılsa birden sadece PYD-PKK ikilisine destek vermeye başladı.

(...)

ABD'nin acilen bu konuları da açıklaması gerekmiyor mu?

Güngör Mengi Vatan

 

***

 

Geçmiş zaman olur ki

Bilgi kirliliğinde kimse ellerine su dökemezdi...

Dezenformasyon, kirli bilgi deyince Taraf gazetesinin başyazarı Ahmet Altan'ı unutmamak lazım.

(...)Altan, "nasıl rahata erdiklerini" anlattığı yazısında bir taraftan da "misyonunu" belirtmeyi ihmal etmemişti:

- Özellikle darbe ve ordu yanlısı gazetelerin "Ergenekon" konusundaki o aşağılık yayınlarını görmek, "darbecilerin, darbe kışkırtıcılarının yakalanmasını" fütursuzca "siyasi iktidarın muhaliflerini susturmak" olarak nitelemelerindeki yüzsüzlüklerine tanık olmak direncimi ve kararlılığımı artırdı...

... Burada sorulması gereken soru şu:

- Bu "gazete" yayına başladığı günden bugüne kaç haberi yalan, kaç haberi çarpıtma ve karalama çıktı?..

Ümit Zileli Korkusuz

 

***

 

FETÖ gider ÇETÖ gelir

Ordusuz ülkelerin özgür yaşama hakkı yoktur.

Biz, her yanımızın düşmanla çevrili olduğu bu belâlı coğrafyada ancak güçlü bir ordu ile ayakta kalabiliriz.

15 Temmuz darbe girişimi gecesi yaşanan rezillikleri hepimiz biliyoruz.

O çok güvendiğimiz ordumuzun içinde Truva atlarının olduğunu, Brütüs'lerin bulunduğunu gördük!

Türk Silahlı Kuvvetleri'ni kim bu hale getirdi?

Fethullah... Cemaat... Tarikat!

Askeri okullar nasıl cemaatin etkisine girdi, FETÖ'cu subaylar, nasıl terfi ettirildi, nasıl general, amiral yapıldı?

Hep hileli, kopyalı, dalavereli yollardan...

"Cemaat ne istedi de vermedik?" diyen iktidarın davranışı hazin bir gaflet hikâyesidir.

Peki, şimdi yüzlerce yıla uzanan askeri gelenekleri yerle bir etmekle, askeri okulları ve hastaneleri kapatmakla işler düzelecek mi?

İnsanların en kolay dinle kandırıldığını belirten Meclis eski Başkanı Cemil Çiçek'in şu sözleri bugünün yönetimine ciddi bir uyarıdır:

"Her şey şeffaf, her şey denetime tabi olmazsa, liyakat ve ehliyet esas alınmazsa değişen bir şey olmaz. FETÖ gider, ÇETÖ gelir!"

Rahmi Turan Sözcü

 

***

 

Yeniden inşa edilmesi gereken "güven"

Başbakan'ın "savcısı" olduğunu söylediği Silivri davaları, Türkiye Cumhuriyeti'nin toplumsal, siyasal ve bürokratik yapısını altüst etti...

Başbakan'ın, altına kendi zırhlı otomobilini verdiği savcı ve arkadaşları, işbirliği yaptıkları polisler ve yargıçlarla birlikte, hak, hukuk, adalet dinlemeden, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, üniversitelerin yapısını değiştirdiler, insanları hapse attılar, ocakları söndürdüler, masum kişilerin ölümlerine sebep oldular...

(...)

Bu satırların yazıldığı sırada, adliye binalarına baskın yapılmış, odalar aranıyor, insanlar gözaltına alınıyor...

Bugüne kadar binlerce savcı ve yargıç meslekten ihraç edilmiş, gözaltına alınmış, tutuklanmış durumda...

Kendilerine "kahraman" denilen ünlü savcılar yurtdışına kaçmış, bulunamıyor...

Silivri yargıçları Silivri'de hapiste.

(...)

Sivil ve asker bürokrasi, adalet mekanizması, iş hayatı, on binlerce kişi açığa alınarak "temizleniyor!"

Cumhurbaşkanı "Devleti sıfırdan kuracağız!" diyor...

Ve gerçekten yepyeni bir devlet inşasının başladığına ilişkin söylemler ve eylemlere tanık olunuyor.

Bütün bu işler, Olağanüstü Hal ilan edilmişken yapılıyor...

(...)

Zaten "Bekleme odasına alınmış" olan Parlamenter Demokrasi bir yana, adalet mekanizmasının bağımsızlığı ve tarafsızlığına olan güven de bir türlü tesis edilemiyor! 

Emre Kongar Cumhuriyet

 

 

***

 

Türkiye'nin en kalın kırmızı çizgisi yerle bir

YPG güçleri Türkiye sınırında Kobani'nin ardından IŞİD'in en önemli merkezlerinden biri olan Telabyad'ı aldığında her şey hazırdı.

Çünkü PYD, Telabyad'ı almadan hemen önce yönetim yapısında kimlerin olacağını çoktan belirlemişti.

Hatta yönetimde Arap ağırlığına yer verdiğini söylemekle birlikte, etnik olarak öyle olsa da hepsinin kendisine yakın isimler olduğu biliniyordu.

Dolayısıyla önceki gün itibarıyla IŞİD'den temizlenmiş Menbiç'te yaşanacakların Telabyad'dan farklı olmayacağı söylenebilir.

Ayrıca işin doğası gereği hiç çatışıp kan dökerek elde ettiğini başkasına kolay götürüp teslim etmez.

Menbiç'te de bu kuralın işlemesi muhtemel...

Hatta mesele burada da kalmayacak, bölgeden gelen haberlere bakılırsa ağırlığını YPG'nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri, Menbiç'in 50 km kadar uzağında bulunan El Bab'a doğru hareketlenmiş.

Eğer El Bab'ı da alırsa sınırın 25 km. kadar altında Türkiye'nin bugüne kadar "Suriye'deki en kalın kırmızı çizgisi" olarak ilan ettiği, PYD'nin doğu-batı birleşmesinin tamamlanmasına az bir mesafe kalacak...

Muharrem Sarıkaya Habertürk