Terör ve etnik sorunları yönetmek

Günümüzde çözüm yollarının tıkandığı kronikleşen sorunlar hakkında devlet ve şirket yönetim metotları, ‘sorun çözmek’ten çok ‘sorun yönetme’ye odaklanır.
Tedavisi mümkün görülmeyen bir hastalık nedeniyle ilaca bağımlı yaşayan kimse için sorunu yönetmek yani yan etkilerini en aza indirerek sorunla birlikte yaşamak, bütün gayretini tedaviye hasretmesinden daha faydalıdır. Doktorlar da hastalara, enerjisini sadece sağlığına kavuşmaya harcamaktansa zamanını hem kendisi hem de toplum için yararlı olacak faaliyetlere yönlendirmesini telkin eder. Aslında birçok sorun göz ardı edildiğinde kendiliğinden hallolur. Özellikle psikiyatrik vakalarda ‘önemsememek’ daha fazla tavsiye edilir.

Taşkından önce tedbir...
‘Kaos Yönetimi’ kavramı da yönetici adaylarına verilen en temel dersler arasındadır. Lakin, “sevdim mi tam severim, sildim mi bir kalemde” diyen “ya hep ya hiç” üslubuna alışık doğu insanı için “sorunlarla birlikte yaşamak” pek kolay kabullenilecek bir tavır değildir!
Sorunlar sel gibi üzerinize geldiği zaman, suyu kaynağından kesemiyor
ve yaşadığınız toprakları terk etmeye de gönlünüz razı olmuyorsa, yapacağınız ilk şey taşkın mevsiminden önce bir set çekmek ardından derenin mecrasını değiştirmektir. İleriki aşamalarda kanalizasyon sistemini yenileyebilir hatta oluşturduğunuz seddi tahkim ederek baraja dönüştürerek elektrik de
üretebilirsiniz.

Sorunu, çıkara tahlil etmek!
NATO ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası organizasyonların temel metinlerinde sorunları yönetmek kavramına sıklıkla rastlanır. Sorunları istismar etmek ise başlı başına farklı bir sorundur. Bu kapsamda ABD’nin Irak ve Afganistan operasyonlarının da “sorun çözmekten çok, sorunları uzun dönemli olarak çıkarlara tahvil etmeye dönük olduğu” söylenebilir. Her kıtada ülkelerine birer düşman seçen Amerikan stratejistleri böylece bir yandan devletlerinin küresel egemenliğini sürdürürken bir yandan da silah, iletişim ve petrol piyasasındaki patronlarının ceplerini doldurmaktadır. Nitekim Soğuk Savaş dönemi bittiği halde Avrupa ülkeleri silah sektöründeki yatırımlarını azaltırken ABD hız kesmeden payını artırabilmektedir.

Kendi teröristlerini beklediler!
1990’lı yıllarda Türkiye’nin terörle ilgili işbirliği çağrılarına kulak tıkayan uluslararası kamuoyu, 11 Eylül 2001’deki saldırılardan sonra terörü tehdit olarak değerlendirmeye başladı. Terörün bulaşıcı hastalık gibi yayıldığını bilenler için bu sonuç şaşırtıcı değildi ancak kendi teröristlerinin çıkacağı ana kadar beklediler! Öte yandan Türkiye’nin terörle mücadele stratejisi (varlığı veya yokluğu tartışılsa da) bilerek veya bilmeyerek teröristlere sığınabilecekleri tek ülke (Irak) ve tek coğrafya (Kandil dağı) bıraktı. Bir yandan Musul ve Kerkük’teki Türkmenlerin haklarının korunması bir yandan da Irak’ın kuzeyindeki yeni devlet oluşumunun kontrolü bu sayede gerçekleştirilebildi. Yine 10 yıl öncesine kadar teröristlere evsahipliği yapıyor olması bugün Suriye ile ilişkilerin pekâlâ iyileşmesi sonucunu doğurabildi.

Hedef büyük olunca...
Türkiye, terör ve etnik ayrımcılık problemlerini iyi yönetebilirse,
bugün bu konuları aleyhimize kullanan devletlerin her biri yarın çözülmesi
hususunda Türkiye’den daha fazla gayret gösterecek aşamaya
gelebilir/getirilebilir. Yine Alevilik
konusunda sorunu çözme şeklimiz İran ve Azerbaycan’la ilişkilerimizde ciddi bir tecrübe kazandırabilir.
Burada dikkat edilmesi gereken en hassas nokta; hedefin büyük, yani Kızıl Elma’nın çok ötelere taşınmasıdır. Büyük bir ideale kilitlenenlerin ayaklarına dolananlar her zaman çıkacak ve tuzaklar kurulacaktır. Ancak ufkunu ötelere taşıyanlar için bunlar basit
bir sıçrama taşına dönüşebilir/dönüştürülebilir.

Yazarın Diğer Yazıları