Teşhis yok, çözüm çok

AB, KKTC’yi tanımıyor, ancak tanıyıp üye yaptığı Rum idaresini  “Kıbrıs’ın halkı, Kıbrıs’ın sahibi, Kıbrıs’ın meşru hükümeti”  addediyor. Tek Halk, Tek Egemenlik, Tek DEVLET esası üzerinde yürütülmekte olan görüşmeleri destekliyor ve Türkiye’ye  “AB üyesi Kıbrıs’ı tanı; limanlarını Kıbrıs bayrağına aç, işgal ordunu adadan çek, Kıbrıs meselesini hallet, aksi halde AB üyesi olamazsın” çağrısını büyük bir gönül rahatlığı ile yapabiliyor.
Avrupa Parlamentosu da aynı telden çalmaktadır. TC Başbakanının “kör müsünüz?” çıkışına verilen cevaba bakınız: “Bu rapora evet diyen 27 ülke arasında Kıbrıs da vardı”! Yani, “ey işgalci, sana ne oluyor?” demek istiyorlar. Siyasi görüşmelerde halledilecek konular Avrupa Yargı organlarında aleyhimize kararlarla Rumları şımartmaya yaramakta. Biz ise “masadan kalkmayız” şampiyonluğunda!
Avrupa’ya, Amerika’ya, Güvenlik Konseyi’ne, Avrupa Birliği’ne göre 47 yıldır, Birleşmiş Milletlerin gündeminde bulunan  “Kıbrıs meselesinin halli”, Türkiye’nin sorumluluğunda. İşgal ordusu dedikleri kurtarıcımız (Garanti Anlaşması altında Kıbrıs’a yasal müdahale hakkını kullanarak mutlak soykırımını önlemiş, adanın Yunanistan tarafından kolonize edilmesini engellemiş olan Türk askeri) adadan çekilirse mesele halledilecek.
Peki, biz buna karşı ne yapıyoruz? (1) 27 yaşına gelmiş devletimizden vazgeçebileceğimizi, (2) Ayrı egemenliği ve kendi kaderini tayin hakkı olan iki eşit halktan biri olmadığımızı, (3) Tek halkı oluşturan cemaatlerden biri olduğumuzu, (4) 1960 Antlaşmalarının “Kıbrıs (birleşik olduğunda bile) Türkiye’nin de üye olmadığı bir yere üye olamayacağı yasağına rağmen Annan Planı doğrultusunda Türkiyesiz AB’ye üye olabileceğimizi, (5) ” Kscapsıbrıs Hükümetiyle “scaps0  birleşmek için yanıp tutuştuğumuzu, (6) Hem de çok acele ettiğimizi, (7) Bu ayrılıktan çok zarar gördüğümüzü Allah’ın her günü basınımızda işlemekte, lider sınıfında bazı kişiler barışçı görünmeyi büyük maharet addederek AB yetkililerine ve diğerlerine “Biz de varız ve biz tanımak istemediğiniz KKTC’yiz; bizi göz ardı ederek bir yere varamazsınız” diyememektedir.
Bu da yetmedi, Hükümetimiz, bizi tanımayan AB yetkililerine, tanımadığımız sözde “Kıbrıs Hükümetinin” ve böylelikle “AB’nin toprağı” addettikleri KKTC topraklarında ofis açma, at oynatma, kendine göre “uygun buldukları” kişi ve kuruluşlara, köy muhtarlıklarına uyduruk nedenler altında re’sen paralar vermesine müsaade etmektedir.
Hangi devlet, hangi egemenliğine sahip çıkan halk, yabancıların bu akıl almaz müdahaleleri karşısında bu “cömertlikte” bulunabilir sorusunu soran ve “durunuz bakalım; burası Dingo’nun hanı değildir” diyen yok.
AB yetkilileri dağıttıkları bu “fıstık paralarını” adanın birleşmesine yardımcı olmak için verdiklerini açıklamaktadırlar. AB yetkililerine göre “birleşme”nin anlamı, “işgal altında yaşayan azınlık Türk cemaatinin meşru hükümet ile birleşmesidir”.
Fıstık paralarını alanlar bu paraları verenlere “biz KKTC vatandaşlarıyız, KKTC’nin yasalarına göre kayıt yaptırmış kuruluşlarız, birleşmek bizim için iki devletin anlaşarak ortaklık yapmasıdır” diyorlar mı? Böyle bir inançları olsa, AB kendilerine bu fıstık parasını verir mi?
Hanımlar, beyler, ağalar! AB sizlere, devletinizden, egemenliğinizden, kendi kaderinizi tayin hakkı olan iki halktan biri olduğunuz gerçeğinden, Türkiye’nin Garantisinden vazgeçmeniz için para vermektedir. Farkında değil misiniz, yoksa umurunuzda mı değil?
Hükümetimize soruyoruz: Dünyaya KKTC’nin Dingo’nun hanı olmadığını, yabancıların içimize girerek kendi seçtikleri insanlara, kendi siyasi görüşlerini kabul ettirmek için para dağıtmanın kabul edilemeyeceğini ne zaman söyleyeceksiniz ve AB’den para almış olanların hesaplarını ne zaman kontrol edip, alınan paraların nerelere, ne maksatla kullanıldığını ne zaman halka duyuracaksınız?

Yazarın Diğer Yazıları