Test tüpünde sıkışmak

Prof. Ahmet Davutoğlu'nun akademisyen kimliğiyle yazdığı Stratejik Derinlik kitabı sosyal bilimlerdeki "nehir yaklaşımı"nı esas alır. Davutoğlu'na göre, araştırmacı içinde yaşadığı toplumla ilgili stratejik analizler yaparken ikilem yaşar:

"Nehrin dışına çıkarak baktığınızda sizinle birlikte akan zerreciklerin ruhuna ve kaderine yabancılaşarak ahlakî kayıtsızlık içindeki sıradan bir gözlemci durumuna düşersiniz; nehrin akıntısına kendinizi bırakarak sürüklendiğinizde de hem varolan gerçekliği hakkıyla anlayamaz hem de bu gerçeklikle ilgili kendi iradenizi oluşturarak tarihe ağırlık koyamazsınız."

Dinamik bir süreçten geçen toplumun bireyi olan araştırmacı, "kendi test tüpü içinde" yaşamaktadır. Nehrin ruhuna ve kaderine yabancılaşmak ahlakî sorumluluk; nehrin akıntısına kapılmak ise bilimsel sorumluluk alanını daraltır. Araştırmacı "Ahlakî sorumluluk ile bilimsel sorumluluk alanı arasında anlamlı bir bütünlük" kurmak durumundadır. İşte sorun tam bu noktan sonra evriliyor. Araştırmacı akademik alanda iken topluma yabancılaşmadan kalabiliyor ancak bir makama atandığında kendisiyle çelişmeye başlıyor. Bu durum maalesef din adamları için de geçerli. Koltuk sarsılmaya başladığı anda iktidar ve toplum arasında sıkışıyor. Bir vakit "iki arada bir derede" idare etse de, nihayetinde koltuğu bırakmak zor veya tehlikeli geldiği için iktidarı tercih ediyor! Bu aşamada sesiz kalsa fazla bir sorun yok! Fakat ya koltuğu korumak ya da üst kademelere atanmak amacıyla ve tüm bilgisini iktidarın emrine veriyor.

Eski sosyalist eylemcilerin kapitalist çarkların en acımasızca döndüğü reklam ve medya piyasasında başarılı olmalarına benzer bir durumla karşı karşıyayız. Harp Akademisi'nde kurmay subaylara ders verecek kadar strateji alanında bilgili bir akademisyenin başbakanlığı döneminde Türkiye tarihinin en berbat stratejik yalnızlığını yaşıyor. Karl Popper'in "Açık Toplum ve Düşmanları" eseri üzerinde ahkam kesecek kadar entelektüel mürekkep yalamış İçişleri Bakanı "kapalı toplumu" inşa ediyor. İletişim, medya ve görgü kuralları hususunda en donanımlı yazar ve bilim adamı Milli Eğitim Bakanı olunca "Enformatik Cehalet" zirveye oturuyor. "Ötekileştirme" üzerine akademik yayınlar yapan akademisyen iktidar partisi yöneticiliğine getirildiği zaman bir anda topluma en ötekileştirici mesajları veriyor. Bu da yetmiyor "korku iktidarının" parçası olmak ve yerini koruyabilmek için adeta çırpınıyor. 

Türkiye'de halen işleyen kurumsal bir devlet yapısının ve devlet aklının kaldığını zannedenleri gördükçe hayıflanıyorum. İktidarda sahalarında uzman kişilerin bulunması o hükümetin iyi olduğu anlamına gelmez. Aksine devletin en zayıf olduğu dönem; din alimi ve bilim adamının bürokratlaştığı zamandır. İlmin haysiyetini koruyamayan din veya bilim adamı bilgi ve tecrübesini toplum çıkarına değil de otoritenin emrine sunarsa hepimize geçmiş olsun.Dış politika stratejik derinliğin dibine gömülür, toplum birliği bozulur, moral değerler çürür, tüm muhalif kesimler ötekileşir, iletişim kanalları toplumu duyarsızlaştırmak için kullanılır.

İlim adamını veya bilim insanını memurlaşmaya zorlayan bir iktidar yapısı var. Eğer iktidara yanaşmazsa profesör kadrosu alamayacak, seçilse bile dekan veya rektör olamayacak, araştırması yayınlanmayacak ve uygulamaya geçirilmeyecek. Sağduyu bu noktada bozulur. Toplumu tam ortasından bölen yönetim akademisyenleri de savurur. Bir kısmı devletle savaşan terör örgütlerine destek verecek kadar tutarsızlaşırken, yandaşlar ise mantıklı ve serin kanlı açıklamalar yapmak yerine basit bir iktidar aygıtına dönüşür. Artık yalnız hükümet değil toplum da kendi test tüpüne sıkışır kalır. Her kurum, her makam, her değer sadece ve sadece tek adamı korumak için çalışır… ve siz bu yönetimi devlet zannedersiniz!

Yazarın Diğer Yazıları