Turizme darbe vuran rantçı zihniyet nasıl yaratıldı? (2)

Belediyelerin payı
Özal İktidarları Dönemi’nde daha önce hiç alışık olmadığımız ve devlet kurumlarının  “özelleştirilmesinin” yanında, devlet tarafından sorgulanan, yanlış yaptığı zaman Sayıştay ve diğer Teftiş Kurullarının nefesini hep ensesinde hisseden  “belediyeler”  farklı bir konuma yükseltildiler. Hatta  “yerel seçimler”  öncesinde gazetelere boy boy verilen ilanlarda, “eli kolu bağlı bir belediye başkanı ister misiniz?” şeklinde afişe edilen belediye başkanının iktidar partisinden olması durumunda, gerekli yatırımların daha kolay ve  “kayırmacı”  bir anlayışla o yörelere aktarılacağı,  “devletin tarafsızlık ilkesi” hiçe sayılarak topluma servis edildi.
Bu süreç öyle bir süreçti ki, 1984’e kadar toplumun dişinden tırnağından artırıp devlete ödediği vergilerle yaratılan bütün değerlerin  “yağma ve peşkeş”  süreci başlatıldı. 1988’den itibaren  “turizm teşvik ve yatırım kredisi”  adı altında, parti yandaşlarına dağıtılan 30 milyar dolarla,  “turistik tesis projeleriyle” alınan krediler, hiçbir zaman  “turistik tesis” olarak topluma dönmedi. Kredilerin onaylanmasından sonra, dosyalardan bir şekilde kaybolan evrak nedeniyle, bu kredilerin akıbeti araştırılmadığı gibi,  “devlete görev zararı”  olarak yazıldı.
Kıyı kentlerindeki yağma o kadar hızlı bir şekilde oluyordu ki, üst üste  “imar affı”  içeren yasalar o süreçte çıkarılıyor,  “Anayasa Bir Kez Delinmekle Bir Şey Olmaz” sözü, milletle ve devletle dalga geçercesine, hemen her gün  “ihlal ediliyordu” . Anayasa’nın ayaklar altına alındığı bu süreç bize  “büyük turizm hamlesi”  diye yutturuldu.
Anayasa’ya göre devletin olan ve hiçbir özel mülkiyetin hak sahibi olamayacağı kıyılar, koylar, plajlar, ormanlar vb.. alanlar, “turizm yatırımı”  kisvesi ve  “kişiye özel”  kanun değişiklikleri ile bir anda  “özel mülk sınırları”  içinde kalıverdiler. Denizden 100 metre içeriye doğru alanda hiçbir yapılaşmanın olamayacağını söyleyen yasa koyucu, bunun yalnızca kağıt üzerinde geçerliliğinin olduğunu hep görmezden geldi.
Yerel Yönetimlere verilen İmar Yetkileri çerçevesinde, kıyı kentlerimiz kısa sürede  “beton şehirlere”  dönüştürüldü. Özellikle Özal’ın partisinin belediye başkanlarının çoğu  “usulsüzlük”  yaptıkları gerekçesi ile yargıya hesap vermek zorunda kalır iken; belediye başkanlarının veya o yasaları değiştiren ve Anayasa’yı ihlal eden hükümet üyelerinin  “ömür boyu hapse”  atıldıklarını görmedim.
Hafıza eksikliğimiz o kadar fazla ki; 30 milyar doların peşkeş çekildiği dönemde Kültür ve Turizm Bakanı olan kişi veya kişilerin hiçbirisi bu kredilerin, kimlere verildiğiyle ilgili olarak yargı karşısına çıkarılmadılar. Ama daha küçük miktardaki  “yolsuzluk”  iddiaları ile yargı karşısına çıkarılıp “aklandılar” . Şimdi de yeniden “aklanmış ve kurtarıcı” edaları ile malum bir partinin başına geçmek için pusuda beklediklerini görüyoruz.
Belediyelerin yandaş kayırmacı mantığı, daha fazla dükkan  ve daire sahibi olmak için doğal ve tarihi güzelliklerin yok edilmesine aldırmadan yapılan imar planları, bunları onaylayan Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile adı üstünde Kültür ve Turizm’den sorumlu olan bakanlığın, kıyı kentlerimizdeki bu  “kültürümüzü ve doğamızı yok eden”  imar uygulamalarına niye müdahale etmediğini bir türlü anlayamıyorum.

Yazarın Diğer Yazıları