Türk asıllı büyük alim ve meleklerin bacaklarına bakılıyor diye yıkılan rasathane
İtalyan Galileo Galilei, Rönesans'ın bilimsel devrimine büyük katkıda bulunan
“gözlemsel astronominin babası”, “modern fiziğin babası” ve
“bilimin babası” olarak anıldı…
Osmanlı Devleti’nin ilk ve tek rasathanesinin kurucusu Türk Takiyyüddin ise
Galileo Galilei'den 38 yıl önce 1526 tarihinde Dımaşk’ta doğdu.
Mısır ve Şam ’da çeşitli âlimlerden hadis, tefsir, fıkıh gibi ilimler okuduktan sonra
müderris oldu, yüksek medreselerde hocalık yaptı…
Dimaşk’ta Sibâ’iyye ve Takaviyye medreseleri müderrisi olan babası
Ma'rûf Efendi ile İstanbul’a geldi,
Kanuni devrinin büyük âlimlerinden Çivi-zâde, Ebüssuûd, Kutbeddîn-zâde Efendi,
Saçlı Emîr gibi âlimlerin meclislerine devamla onlardan istifade etti.
Kazasker Abdülkerim Efendi Mısır kadılığına tayin edilince,
onun ve babası Kutbeddin’in teşvikiyle kendini
matematik ve astronomi ile uğraşmaya verdi.
16. yüzyıl Osmanlı ilminin en seçkin temsilcisi olan Takiyyüddin
matematik, astronomi, fizik, optik, mekanik ve tıp konularında çeşitli eserler kaleme aldı.
Takiyyüddin 1567-1568 yılında Nablus’ta yazdığı eserinin sonunda
adını ve şeceresini daha ayrıntılı şekilde kaydetmekte,
bu şecereden O’nun Türk soyundan geldiği kesinlik kazanmaktadır.
Kutbeddin rasat âletleri, dedesi Ali Kuşçu ile Giyâseddîn Cemşid el-Kâşî,
Kadı-zâde-i Rûm î’nin bu konulardaki eserlerini temin edip Takiyyüddin’e vermiş,
onun astronomi sahasında ilerlemesine yardımcı olmuştur.
Takiyyüddîn, bundan sonra devamlı matematik ve astronomi ile uğraşmış…
1571’de Müneccimbaşı Mustafa Çelebi’nin ölmesi üzerine,
zamanın padişahı 2. Selim tarafından
müneccimbaşı (astronomi ve astrolojiyle ilgili işlere bakan görevli) tayin edildi.
Galata Kulesi’nde rasad çalışmalarına başladı.
Takiyyüddin payitahta yazmış olduğu arzuhalde
yeni bir takvime olan ihtiyacı dile getirmişti.
Bu arzuhalin ardından Sultan 3. Murad’ın emriyle
Tophane sırtlarında olduğu söylenen yerdeki bir dağın tepesinde
rasat kuyusunun açıldığı söylenir.
Ancak burada büyükçe bir rasathane inşa edilmiş olması gereklidir.
Zira içinde kullanılan aletlerin bulunacağı korunaklı bir yer olmalıdır.
Üstelik Sultan Murad emriyle giderler için de hazine-i mirî kullanılmıştır.
1579 yılında, 3. Murad’ın bir fermanıyla Tophane sırtlarında,
bu günkü Fransız Saray’nın olduğu yerde bir rasathane kurup gözlemlere başladı.
Bu çalışmalarının ve daha önce Mısır’da yaptığı gözlemlerin neticelerini
“Sidretü müntehâ’l-efkâr” adlı eserinde topladı.
Takiyyüddin, kitabı olan “Âlât-i Rasadiye Li Zic-i Şehinşahiye”de
bahsettiği üzere buradaki dokuz adet araçtan iki tanesini kendisi icat etmişti.
Eserde kullanılan aletlerin neler olduğu, şekilleri ve kullanım talimatları da belirtilmektedir.
Takiyyüddin’in, rasathanesinin ise devrindeki Uranienburg Rasathanesi ile
kıyaslanabilecek üstünlükte olduğundan bahsedilmektedir.
Bu rasathanedeki aletlerin bilgisinin Avrupa’ya ulaşarak
orada kullanılan aletlerin temelini oluşturduğuna dair iddialara da
yine çalışmalardan ulaşabiliriz.
Yani bir yerde Avrupa’yı kalkındıran Galileo’ların da fikir babasıydı Takiyyüddin.
Yapılan çalışmalara göre bu rasathanede,
yıldızların azimutlarının, yüksekliklerinin, birbirlerine olan uzaklıklarının ve
namaz saatlerinin düzenlenmesinin yapıldığı belirtilmektedir.
Takiyyüddin, Osmanlı Devleti’ndeki en önemli bilim insanlarından biridir.
Özellikle gözlemleri sonucu yaptığı hesaplamalarla belirlediği
ayın ve diğer gezegenlerin hareketlerindeki düzensizlikler
günümüzde değerlere oldukça benzemektedir.
Ayrıca ekliptik ile ekvator arasındaki 23° 27′ lik açıyı,
1 dakika 40 saniye farkla 23° 28′ 40″ şeklinde bularak
o tarihte ilk kez gerçeğe en yakın ve doğru dereceyi hesaplamıştır.
Sinüs, kosinüs, tanjant ve kotanjant kavramlarının tanımlarını ve kanıtlamalarını yapmış,
birer derecelik aralıklarla 1’den 90 dereceye kadar hesaplanmış
sinüs ve tanjant tablosu hazırlamıştır.
Ayrıca Takiyyüddin, altmışlık kesirlerin yerine ondalık kesirleri kullanarak
ondalık kesirlerin 1620’de ilk kez kullandığı düşünülen
Simon Stevin’den yıllar önce zaten bildiğini kanıtlamıştır.
1629’da Giovanni’nin icat ettiğini söylediği ilk buhar türbinini
Takiyyüddin kendi döneminde icat etmiştir.
Fakat, onun ilim tarihimizde önemli yer tutan bu çalışmaları
dinbaz cahillerin ve çekemeyenlerin dedikoduları sonucu devam etmedi!..
Şeyhülislâm Kadızâde Ahmed Şemseddin Efendinin, rasathanelerin bulundukları ülkelere
uğursuzluk getirdiklerine dair fetva verdi.
Şemseddin Efendi, ayrıca padişaha da bir mektup yazıp,
rasathanenin uğursuz olduğu,
veba salgınının rasathane yüzünden başladığı ve
rasat yapılan her beldede âfet olduğu hakkındaki dedikoduları iletti…
Salomon Schweigger’in eserinde Takiyyüddin,
Sultan Murad’ı gelecekten haber vermek şartıyla ikna ettiği iddia edilir.
Takiyyüddin’in Sultan Murad’a gelecek hakkında söylediği
iyi veya kötü hiçbir şeyin çıkmamasından dolayı Sultan’ın ve Şeyhülislâmın sinirlendiğini
ve Şeyhülislâm tarafından bu sahtekârın yapısının yıkılması için
Sultan’a öğüt verildiğini yazar.
Rasathanenin neden yıktırıldığına dair çeşitli iddialar mevcut.
Nev’îzâde Atâyî’nin eserinde bahsedildiği üzere
ortaya çıkan türlü felaketler ve depremlerin sorumlusu olarak rasathane görülür.
Bu görüşte olan Şeyhülislâm Kadızâde Efendi,
3. Murad’a yazdığı mektubunda bu durumlardan bahsetmiştir.
Fuat Sezgin’in “Tanınmayan Büyük Çağ” adlı kitabında bahsedildiği gibi
Diğer bir iddia Takiyyüddin’in bilim yapma amacı ve istekleri ile
muhaliflerin falcılık yolunda olan istekleri bir nedenle çelişmiştir.
Bu çelişki sonucunda da rasathane yıktırılmıştır.
Son iddia ise Osman Ergin’in “Türk Maarif Tarihi” adlı eserinde geçmektedir.
Bu iddiaya göre Takiyyüddin ve rasathanesi bir siyasi çıkar çatışmasına kurban gitmiştir.
Kadızâde Ahmet Şemseddin Efendi ile Hoca Sadeddin arasındaki
iktidara yakınlık mücadelesinin olması ve Takiyyüddin’in de
Hoca Sadeddinle dost olması sebebiyle rasathane bir hedef haline gelmiştir.
Saray'da ve halkta, kadıların da desteği ile rasathanede
"meleklerin bacaklarının izlendiği" ve "günah olduğu",
günah olması sebebiyle de daha çok belalar getireceği düşüncesi iyice yerleşir.
Kadızâde’nin amacının Hoca Sadeddin’in itibarını sarsmak olduğu,
bu nedenle rasathanenin yıkımını istediği de iddia olunuyor.
İlber Ortaylı'ya göre İstanbul'daki bir depremden sonra halk ayaklanmış ve
depremin rasathane yüzünden olduğunu söylemişlerdir.
Sarayın önünde büyük gösteriler olmuş, bunun üzerine
3. Murat, denizden top atışı ile rasathaneyi yıktırmak zorunda kalmıştır.
Sultan Murat, Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa'ya bir hatt-ı hümayun gönderdi.
Kılıç Ali Paşa aldığı bu emir üzerine bütün gözlem araçlarıyla birlikte
rasathaneyi bir gecede, denizden yağdırdığı toplarla yerle bir etti…
Türk asıllı bir alimin, bir gök bilimcinin yaptırdığı rasathaneyi kim yıkıyor?
1500 yılında İtalya'da Kalabriya'nın bir köyünde doğan,
papaz olmak üzere Napoli’ye giderken
Cezayirli Ali Ahmed Reis tarafından esir alınan.
Esir hayatı yaşadığı yıllar içinde Müslümanlığı seçen ve Ali adını alan
Kılıç Ali Paşa tarafından denizden yapılan top atışlarıyla yıkılıyor.
Papaz olmaya baş koyacak kadar Hristiyanlığa bağlı bir kişinin
Müslümanlığa yönelmesi ise olsa olsa stockholm sendromu ya da çıkar ilişkisi olarak açıklanabilir…
Bu da ayrı bir yazı konusu olacak.
Başlarda Uluç Ali olarak anılırdı.
Uluç lakabı, Kuzey Afrika’da “Arap olmayan kâfir ve dinsiz” anlamındaki
“ılc” kelimesinden geliyordu.
Osmanlı Devleti'nin yükselme dönemindeki en büyük deniz mağlubiyeti olan
İnebahtı’dan sağ kurtulduğu için Kaptan’ı Deryalık görevine getirildi.
Uluç lakabı da padişah tarafından “Kılıç” olarak değiştirildi…
Türk asıllı Müslüman bir alimin, bilim yolunda attığı adım,
İtalyan asıllı papaz olmak isterken İslamiyet yoluna giren bir denizci tarafından son buluyor…
Tabii Kılıç Ali Paşa sadece kendisine padişahtan gelen emri uyguladı.
Ama kaderin cilvesi işte…
Ayrıca Salomon Schweigger ise rasathanenin Yeniçeriler tarafından yıkıldığını söylemektedir.
Peki; niye yazdım, neden hatırlattım?
Bilimin önüne geçmek için o dönem
veba salgınını, depremi, kuyruklu yıldızı ve “meleklerin bacaklarını” bahane verenler
bugün de benzeri safsatalarla cemaat ve tarikatların eline düşen
gençlerin zihinlerini karanlık birer çukura dönüştürmeye devam ediyor.
Eğitim sistemi bilinçli bir şekilde yerle bir ediliyor,
‘Dincilik’ resmi eğitim kurumlarının içinde kol geziyor,
yersiz, yurtsuz kalan çocuklar kendilerini cemaat yurtlarında buluyor.
Türkiye’nin geleceğini yönlendirecek kuşaklar,
göz göre göre bilim ve Türk düşmanlığı ile zehirleniyor.
Bilmem bu gidişin sonu ne olur…
YouTube kanalıma abone olmayı ve bildirimleri açmayı unutmayın:
www.youtube.com/@erdemavsar0/?sub_confirmation=1