Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Muhiddin NALBANTOĞLU

Muhiddin NALBANTOĞLU

Türk-İtalyan Savaşı başlıyor...

Halit Ziya Uşaklıgil’in anılarına dün kaldığımız yerden devam ediyoruz : 
Mabeyin başkatibi Halid Ziya Bey,  Sadrazam Hakkı Paşa’nın ricası üzerine hünkarın huzuruna çıkar ve Trablusgarp’ın, İtalya’nın istila etmesiyle elden çıkma tehlikesi yaşadığını ifade eder ve ekler:
- Küçük Sait Paşa’nın mütalaasını almak istiyorlar. Müsaade buyrulursa, tarafı şahanenizden davet edelim.
- Pek iyi olur,dedi ve kendi mutadı veçhile mustalah ifadesi ile,  “Ne kadar olsa kârazmûde, tecrübedide, müteaddit defalar sadaret mevkiinde bulunmuş bir re-cülû devlettir”  dedi.
Saraydan bir yaver gönderilerek Sait Paşa davet olundu. Başta bizzat padişah olmak üzere, hükümet ve saray erkânı bu siyaset kurdunu bekliyordu. Herkeste merak ve heyecan vardı. Acaba Sait Paşa bu buhrana çare bulabilecek miydi? Şimdi sözü gene Halit Ziya Beye bırakıyoruz:
 “Nihayet uzun görünen bir intizar devresinden sonra, Sait Paşa bastonuna dayana dayana, hasta bacaklarının üzerinde yer yer dinlenerek, soluya soluya saraya girdi, divanhaneyi geçti; biz, Hakkı Paşa ve refikleri onu istikbal ettik. Cebinin gizli bir yerinden umulmıyan bir çare getirecek bu ihtiyar veziri âdeta alay halinde çevre içine aldık.” Sait Paşa ile Hakkı Paşa, Mabeyin Başkâtibinin odasında görüşmeye başladılar. Sait Paşaya mesele anlatıldı. Hakkı Paşa ne yapmak lâzım geldiğine dair kendisini tenvir etmesi ricasında bulundu. Bu sırada odada Halit Ziya Bey de hazırdı. Diyor ki:
 “Sait Paşa bütün fersude yaşlılığını tekzip eden bir hayat pırıltısı ile ışıldıyan gözlerini, karşısında, âciz kalmış bir tilmiz perişanlığı ile, medet uman yeni idarenin genç sadrazamına dikti, daha ilâve edilecek bir söz varsa onun da söylenmesine zaman bırakmak istiyor göründü; belki kendisi de verebilecek cevabı zihninde evirdi, çevirdi. Zeki gözlerinin cıvıltıları arasında muhtelif fikirler dönüyor gibi idi. Sonra mutlaka cevap vermek lâzım geldiğine hüküm verdi, öyle bir cevap ki, hiç bir mütalâa ifade etmiş olmasın.
- Bendeniz, diye söze başladı; mesul mevkide bulunanlardan değilim, elbette o mevkide bulunanlar icabı hale göre alınacak tedbiri düşünürler. Bendeniz nasıl bir mütalâa dermeyan edebilirim?
Şu sadrazamların en eskisi ile en yenisi arasında, birinde sanki bildiklerini söylemekten kaçınan bir muallim, ötekinde müşkül bir imtihanda sorguya çekilmiş genç bir tilmiz vaziyetiyle, muhavere uzun bir zaman devam etti.
Hakkı Paşanın âdeta yalvaran bir edası, bir sesi vardı, denize düşmüş, çırpınan bir adamın sahilde duran adamın elini yakalamak istiyen bir istimdat hali... Sahilde duran adamın uzatılabilecek bir eli var mıydı? Bunu zannetmiyorum. Eğer elinde boğulmak raddesine gelmiş bedbahtın halâsına yetişebilecek bir kuvvet olsaydı elbette onu uzatırdı.


Bir aralık Hakkı Paşa:

- Zatı fahimaneniz, mesul mevkide değilsiniz elbette ve bu istirham size o sıfatla arzolunmuyor. Bizler hep sizin kiyaset mektebinizde yetişmiye çalışan şakirtleriniziz. İrfanınızın, tecrübenizin, dehanızın daima müstefidi ve daima muhtacı olan mânevi evlâdınızız. İşte bu sıfatladır ki, bugün zatı fahimanemizden, hiçbir mesuliyeti dâi olmaksızın, acaba mesul mevki de olsaydınız, ne yapmayı düşünürdünüz?
diye ders almak istiyoruz, dedi. Sait Paşa kemali dikkatle dinledi, gözleri hep evlerinde dönüyor, dudakları hep o kaçınan, suallerin arkasına takılmaktan  içtinabeden ihtiyatı ile:
- Bendeniz, dedi; nasıl bir mütelâa serdedebilirim. Ahvale ancak uzaktan agâh bulunuyorum. Onları bilen sizlersiniz.
Hakkı  Paşa son bir gayretle:
- Ya harb, ya teslim, ikisinden biri, diyebildi. O gene bir müddet düşündükten sonra:
- Harb edilebilir mi? Edilmezse teslim olunabilir mi? Teslim de olunmazsa ikisinin ortasında bir çare var mıdır acaba?
Cevap verilecek yerde cevabı istilzam eden bu suallere karşı Hakkı Paşa birden, azîm bir fütur ile ve kendisince yapılacak işe nihayet karar veren bir tavırla ayağa kalkmış bulunuyorum. Onları bilen sizlersiniz.
- Refiklerle görüşeyim...
Diye izin aldı ve gözüyle bana işaret etti. Onu teşyi etmek için odanın kapısına kadar gittim, yavaş sesle:
- Hünkâr elbette onu görmek istiyecektir, belki kendisine bir fikir verebilir, dedi. Zaten merakla mabeyinde netice bekliyen hünkârın nezdine çıktım ve mükemmel bir şekilde hikâye ettim. Sait Paşayı görmek istedi.
Onun yavaş yavaş bastonuna dayana dayana merdivenlerden çıkması, elinden bastonunu bırakarak huzura girmesi, orada kalması o kadar uzun sürdü ki, bu müddet zarfında Hakkı Paşa refikleri ile görüşmek ve esas itibariyle verilmiş olan bir karara nihaî şekli vermek için bol bol vakit bulmuş oldu. Hakkı Paşa vükelâ namına istifa ediyordu” .
Hakkı Paşa kabinesi, müşkülden kurtulmanın çaresini istifa etmekte buldu. Sait Paşa sadrazam oldu. İtalyan notasına cevap hazırlandı. Bunda ezcümle şöyle deniliyordu:  “Osmanlı, devletinin hukuku hâkimiyeti ile kabili telif olacak imtiyazatın itasında            tereddüd edilmiyecektir. Madem ki İtalyan maksadı aslisi menafii iktisadiyedir, bu esas üzerinde dostane müzakereler yapılabilir” . Fakat İtalya ültimatomla beraber ilânı harb notasını da hazırlamıştı.
29 Eylül 1911’de Trablusgarp harbi başladı. Bir avuç kahramanla Libya çöllerinde ordulara karşı dövüştük.

Yazarın Diğer Yazıları