Türk milleti Suriyeli sığınmacıların vatanlarına dönmelerini istiyor

Türkiye, çok ağır bir kriz sürecinden geçmektedir. Yaşanan kriz, Türk Milleti'nin Anadolu'da egemenliğini tesis ettiği 1071 sonrasında yaşadığı üç büyük tehdit ile kıyaslanabilecek ölçüde büyük bir tehdit ortaya çıkarabilecek kadar büyüktür. Türk Milleti'nin Anadolu'ya gelmesinden sonra karşılaştığı birçok ağır tehdit vardır. Ancak bunlardan üç tanesi Türk Milleti'nin Anadolu üzerindeki egemenliğini sona erdirecek kadar ağır tehditler ortaya çıkarmıştır.

Birinci büyük tehdit, Malazgirt Meydan Muharebesi'nden 24 yıl sonra başlayan ve amacı, Türklerin Anadolu'dan atılması ve Kudüs'te Hristiyan egemenliğini tesis olan Haçlı seferleridir. Anadolu'da Türk devletinin ikinci kez ağır bir krize girmesi, dağılma eşiğine gelmesi Timur'un 1402'de Ankara Savaşı'nda Yıldırım Beyazıt komutasındaki Osmanlı ordusunu yenmesi sonrasında başlayan Fetret Devri'nde olmuştur. Türk Milleti ve devletinin karşılaştığı en büyük üçüncü tehdit Mondros Mütarekesi ile ortaya çıkan durumdur.

Türk Milleti, Haçlı Seferleri, Timur yenilgisi ve Mondros Mütarekesi sonunda karşılaştığı tehditleri aşarak bugünlere gelmiştir. Bugün ise Türk Milleti farklı bir tehdit olmakla beraber Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığına yönelik sonuçları itibarı ile en az bu üç büyük tehdit kadar büyük bir tehdit ile karşı karşıyadır. Bu tehdit, Suriye iç savaşı sırasında ülkelerini terk ederek Türkiye'ye kaçan ve resmî rakamlara göre sayıları 3.5 milyon, ancak gayriresmî 4 milyon olan Suriyeli sığınmacıların Türkiye için oluşturdukları çok boyutlu tehdittir.

Yaşanan Suriyeli sığınmacı tehdidi, ülkemizin ağır bir devlet krizi ve ekonomik çöküş yaşadığı döneme denk gelmektedir. Cumhurbaşkanlığı rejimi adı altında tesis edilen otoriter tek adam rejimi ile Türkiye'de kuvvetler ayrılığı tasfiye edilmiştir. Hukuk devleti ortadan kalkmıştır. Akla, bilgiye ve liyakate dayalı bürokratik yapıdan tek adama ve biata dayalı bürokrasiye geçilmektedir. En çok uzmanlık gerektiren konularda bile uzmanlık değil, yandaşlık tercih edilmektedir. Ekonominin başına sadece damat olduğu için Berat Albayrak'ın geçirilmesi, liyakatin yerini sadakatin aldığının en somut göstergesidir. Bu gerçekleşirken devletin kurumsal kimliği ve gelenekleri yok edilmektedir.

Ohal KHK'sı sözde kaldırılıp, bir sivil sıkıyönetim yasası çıkarılmıştır. Muhalefete adeta iç düşman gözü ile bakan bir anlayış hâkim olmuştur. Baskıcı devlet mekanizması içeride güçlü bir rejim imajı oluştursa dahi aslında devlet kurumu hiç olmadığı kadar zayıflamıştır. 

Ağır devlet krizine çok ağır bir ekonomik kriz, hatta çöküş refakat etmektedir. 2002 sonundan itibaren devam eden dış borca dayalı, tüketim, rant ve şatafat ekonomisi çökmektedir. Türk ekonomisi dünyadaki en kırılgan ikinci ekonomidir. İşsizlik artmaktadır. Enflasyon artmaktadır. Döviz kurları 2004'ten bu yana en yüksek noktasına ulaşmasına ve Türkiye dünyada Arjantin'den sonra en yüksek faizi veren ülke olmasına rağmen düşmemektedir. İş yerleri kapanmakta, iflaslar peşi sıra gelmektedir. Büyüme rakamları düşmüştür. Bütün bunların oluş nedeni bir papazın tutuklanması değil, yanlış ekonomik politikalardır. Ve Erdoğan üretime dayalı yeni bir ekonomik modeli önerebilecek durumda değildir.

Bu iki ağır krize eşlik eden diğer yaşamsal kriz ise Suriyeli sığınmacılar krizidir. Türkiye halen Erdoğan'ın izlemiş olduğu yanlış Suriye politikası sonucunda dünyada en fazla sığınmacının olduğu ve bütçesine göre sığınmacılar için dünyada en fazla para harcayan ülkedir. Suriye iç savaşından Suriye'den sonra en zararlı çıkan ülke, Türkiye olmuştur. Erdoğan'ın erişilmesi mümkün olmayan Beşar Esad'ı yıkma politikası tamamen çökmüştür. Ancak bu arada Türkiye'ye 4 milyon Suriyeli yerleşmiştir. Bunlar görünürde Türk vergi mükelleflerine 35 milyar Dolara mal olmuşlardır. Ve maliyet her geçen gün biraz daha artmaktadır.   

Suriyeli sığınmacıların Türkiye için oluşturduğu tehdit sadece bugün ile ilgili ekonomik bir yükten kaynaklanan tehdit değildir. Suriyeliler, orta ve uzun vadede Türkiye'nin millî, kültürel, politik ve jeopolitik yapısını değiştirecek kadar büyük bir tehdit oluşturmaktadırlar. Suriyeli sığınmacılar Türkiye'nin kültürel ve etnik dokusunu değiştirecek bir hızla artmaktadırlar. Suriyeli sığınmacıların Türkiye'ye gelişi, tarihin en büyük göçlerinden birisi olarak modern bir kavimler göçü niteliği taşımaktadır. Eğer resmî rakamları kabul eder ve 3.5 milyon Suriyeli olduğunu varsayarsak bugün Türkiye'de yaşayan 20 kişiden birisi Suriyelidir. 2040 yılında her 13 kişiden birisi Suriyeli olacaktır.

 Suriyeli sığınmacıların başını çektiği ve Afgan göçü ile desteklenen bu kitlesel göçler modern kavimler göçü olarak Türkiye'nin demografik yapısını, Türk kimliğini orta ve uzun vadede ağır tahribata uğratacak niteliktedir. Suriye ulus devletinin sert Suriyeli kimliği ile yetiştirdiği kitleler hiç bir zaman Türk toplumuna entegre olmayacaklardır. Sosyolojik bir millî bütünleşme sağlanamayacaktır. PKK'lı bir Kürt, politik olarak "Kürt" olsa/kendisini öyle tanımlasa bile sosyolojik olarak Türk'tür. Oysa, Suriyeliler içimizde büyüyen ayrı bir millet olarak varlıklarını sürdüreceklerdir. Bir süre sonra Arap azınlık hakları talepleri yükselecek, Arap milliyetçiliğine dayanan partiler ortaya çıkacaktır.    

Türkiye'nin belirli kentlerinde Suriyeliler, ya tam nüfus üstünlüğünü ele geçirmiş, ya da %25 veya %30'luk dilimine ulaşmışlardır. Türkiye'de yaşayan her 20 kişiden birisi artık Suriyelidir. 2040 yılında 8 milyona yakın Suriyeli Arap, Türkiye'de yaşıyor olacaktır. Böyle bir demografik istila ile Türkiye'de millî devleti ayakta tutmanız mümkün olmaz. 2040 yılında Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis ve Hatay Türk kenti olmaktan çıkarlar. Adana ve Mersin illerimiz yarı yarıya Türk kimliğini yitirir.

Suriyeli sığınmacıların bir an evvel ülkelerine dönmelerinin zemini hazırlanmazsa, Orta Doğu'da sık sık rastladığımız jeopolitik sarsıntılardan bir tanesinin gerçekleşmesi durumunda bu coğrafyayı Türkiye'nin parçası olarak tutmanız mümkün olmaktan çıkar. Esasen "mültecilerin çoğunun geldikleri ülkeye geri dönmedikleri" üzerine kurulu Batı kaynaklı söylemin arkasında da Batı emperyalizminin Türkiye'nin içine gelecekte istismar edebileceği bir demografik yapının oluşmasını hedeflemesi yatmaktadır.

Suriyeli göçünün Türkiye dışında da jeopolitik sonuçları olacaktır. Suriyelilerin Suriye dışına milyonlarca sayıda göç etmesi, Suriye'nin boşalması sonucunu doğuruyor. Bu da Orta Doğu'da güç dengesinin özellikle İsrail lehine değişmesiyle sonuçlanacaktır. Nüfus yoğunluğu azalmış bir Suriye, İsrail karşısında daha güçsüz bir Suriye olacaktır.

Kitlesel göçlerin bir silah olduğunun Batı Dünyası uzun zamandan bu yana farkındadır. Bundan dolayı sosyal bilimlerde "Weapons of Mass Destruction" (Kitlesel İmha Silahları) kavramından hareket edilerek "Weapons of Mass Migration" kavramını üretmişlerdir. AKP'li siyasetçilerin ve entelijensiyasının çok büyük bir bölümü Suriye politikasının Türkiye'ye ağır zarar verdiğini görmektedir. Ve bir kısmı çekingen bir şekilde de olsa bunu ifade etmektedir.

Suriyeli sığınmacıların ortaya çıkardığı kısa ve orta vadeli diğer tehditler 

Suriyeli sığınmacılar sadece Türkiye'nin demografik yapısını değiştirerek millî devletin demografik alt yapısını ortadan kaldırmak veya güney ve güneydoğu illerimizde jeopolitik kırılmalara yol açmak dışında da kısa ve orta vadeli sorunları oluşturmaktadırlar. Bu sorunları şu başlıklar altında toplamak mümkündür.

1) Suriyeliler Türk iş gücü piyasasını olumsuz etkiliyorlar. Türklerin işsiz kalmasına yol açacak şekilde düşük ücretler ile çalışmayı kabul ederek, iş piyasasının dengelerini bozuyorlar. Birçok Türk işsiz kalıyor, işini kaybediyor.

2) Suriyeliler açtıkları ticarethanelerde vergi ödemiyorlar. Türk esnafı vergi öderken, Suriyeli esnaf hem vergi ödemiyor hem kaçak mal satıyor. Böylece hem Türk esnafa zarar veriyor hem de Türk ekonomisine.

3) Türkiye'de İstanbul başta olmak üzere etkin bir Suriye mafyası oluşmaya başladı. Bu mafyanın; çoğu iç savaş travmasını yaşamış, klinik depresyonda olan ve eğitimsiz çocuk/gençlerden oluşan büyük bir Suriyeli insan kaynağı var. Önümüzdeki yıllarda bu mafya çok daha güçlenecek. Kendi aralarında Arapça'nın değişik lehçelerini konuşarak polisin teknik istihbaratından büyük ölçüde kaçabilecek bir Arap mafyası Türkiye'yi Orta Doğu ile Avrupa arasında geçiş yolu yapacaktır.

4) Suriye iç savaşının radikal selefi unsurları Türkiye'de örgütleneceklerdir. Bir süre sonra bu unsurlar Türkiye'de selefi cihatçı şiddet eylemlerine imza atacaklardır. Türkiye'de selefi cihatçı örgütlenmeler güç kazanacaktır. Türkiye, yeni bir selefi-cihatçı terör dalgasının hedefi olmanın ötesinde merkezi de olacaktır. 

5) Türk-İslam kültürü büyük bir aşınma ile karşı karşıya kalacaktır. Hanefi-Maturidi çizginin yerini selefi cihatçı çizgi zaman içinde almaya başlayacaktır. Nitekim, son yıllarda bu konuda olumsuz gelişmeler görülmektedir. İlahiyat Fakültelerine bile Suriyeli ilahiyatçılar aracılığı ile selefi cihatçı çizgi sızmaya başlamıştır.

6) Suriyelilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde Türkiye'de kaybolmuş hastalıkların tekrar ortaya çıktığını görüyoruz. Özellikle çocuk hastalıklarında bu durum tedirgin edici olmaya başlamıştır.

7) Ensar-muhacir edebiyatı yapanlar, fuhuşun Suriyeliler ile birlikte nasıl yayıldığını gözden kaçırmaya çalışmaktadırlar. Bu Suriyelilerin ahlaki sorunu değildir. Açlığı aşmak için satacak bir şeyi kalmayanların vücutlarını satmalarıdır. Suriyelilerin yoğun olduğu illerde erkek çocuklarının fuhuşa gitme yaşları 14 yaşına kadar düşmüştür. Cinsel hastalıklar korkutucu ölçüde artmıştır.

8) Suriyeli sığınmacılar için harcanan para görünürde "35 milyar Dolar"dır. Bu miktar Türkiye için kaldırılamayacak ölçüde büyüktür. Yaşanan ekonomik krizin nedenlerinden birisi de sorumsuzca hiç şüphesiz harcanan bu paradır.

Sonuç olarak Türkiye'nin ve Suriyeli sığınmacıların iyiliği için Suriyelilerin ülkelerin dönmelerinin sağlanması tek çözümdür.

Suriyeli sığınmacıların gitmesini istemek Suriyeli düşmanlığı değildir!

       Suriyelilere Türkiye'de vatandaşlık değil, Suriye'de bir vatan verilmesi gerektiğini söylediğimiz zaman iktidarın bazı mensupları tarafından ırkçılıkla, Suriyeli düşmanı olmakla suçlanıyoruz. Oysa, gerçek Suriyeli düşmanları önce Suriye iç savaşında söz sahibi olmak amacı ile iç savaşı kışkırtıp mümkün olduğunca Suriyelinin Türkiye'ye kaçmasını teşvik edenlerdir. Allah kimsenin başına Suriyelilerin başına gelen felaketleri vermesin. Suriyelilere acımalı ve şefkat göstermeliyiz. Ancak bunu söylerken, memleketim olan, Şahinbey'in, Karayılan'ın ve nice isimsiz kahramanların şehri Gaziantep'in; vatanlarını savaşmadan terk eden Suriyelilerin işgaline uğraması da beni ziyadesiyle üzmektedir. Kendi vatanları için savaşmayıp, vatanlarını terk edenlerle Türk vatanını paylaşmayız. Ancak Suriye'de kendi vatanlarını kazanmaları için yardımcı oluruz.

Erdoğan Türkiye'yi felakete sürüklüyor

       İYİ Parti olarak bizim eleştirdiğimiz Erdoğan'ın Suriye politikasıdır. Bu politika Türkiye'yi felakete sürüklüyor. Sadece bugün için değil, Türk Milletinin geleceğini elinden alma anlamında, Türk Devleti'nin uzun vadeli çıkarlarını tahrip etme anlamında yanlış bir politikayla karşı karşıyayız. İstanbul'da Suriye mafyası uyuşturucu satışını kontrol altına almış durumda. Türk askeri Suriye'yi kurtarmak için savaşıp şehit olurken, aynı yaştaki Suriyeliler nargile kafelerde keyif çatıyor. Eğer bütün bunlar Türk Milleti için problem değilse bizim için neyi problem olarak göstereceğiz?

Türk Milletine, millî devletimize yönelik en büyük tehdidin, AKP'nin Suriye'de iç savaşı tahrik eden yanlış Suriye politikasının sonucu olarak, Suriyeli sığınmacılar olduğunu görüyoruz. Suriyelilere düşman değiliz; ama Erdoğan'ın Suriye politikasının Türk milletinin aleyhine bir politika olduğunu aynı zamanda bu politikanın Suriyelilerin de aleyhine olduğunu görüyoruz.

Yapılması gereken şey; Türk ekonomisi, Türk sosyal sistemi, Türk eğitim sistemi üzerinde ve bunlar kadar zihniyet sistemi üzerinde bir yük olan bu kavimler göçünün sona erdirilerek, Türkiye'deki Suriyelilerin Suriye'ye geri gönderilmesinin önünün açılmasıdır.

Türk Milleti Suriyelilerin vatanlarına dönmelerini istemektedir 

Türk Milletinin çok büyük bir bölümü, sağduyusuyla, bütün medya kaynaklarından yanıltıcı bilgi aktarılmasına rağmen Suriyeli sığınmacıların oluşturduğu tehdidin büyüklüğünü hissetmişlerdir. Bilgi Üniversitesi tarafından yapılan  "Kutuplaşan Türkiye" adlı araştırmada seçmenlerin %84-85'inin Suriyelilerin ülkelerine dönmesini istediğini görüyoruz. Bu oran, İYİ Parti seçmeninde %97, MHP seçmeninde %95 CHP seçmeninde %94 ve AKP seçmeninde %84 civarındadır. Türk Milletinin üzerinde uzlaştığı tek şey Suriyelilerin Türkiye'den gitmesidir. Başka hiçbir konu üzerinde bu kadar büyük bir uzlaşma yoktur. İYİ Parti, Suriyeli sığınmacılar vatanlarına dönsün derken, Türk Milletinin talebidir. 

İYİ Parti Suriyeli sığınmacılar konusunda ne yapıyor?

İYİ Parti Genel Başkanı Sayın Meral Akşener, 2011'den bu yana ilk kez ortaya Suriyelilerin vatanlarına dönmeleri konusunda kesin bir hedef koymuş politikacı olmuştur. Sayın Akşener, 1 sene içinde Suriyeli sığınmacıların büyük bir bölümü ile Halep'te iftar sofrasında buluşmayı vaat etmiştir. 

İYİ Parti için, içinden geçtiğimiz süreçte bir numaralı mesele, Türkiye'nin demografik dengelerini ortadan kaldıran ve millî devleti tahrip edecek olan, devletin Türk kimliğini ortadan kaldıracak olan bu kavimler göçü, bu demografik istila karşısında başı sonu belli, açık bir politik hedef ortaya koymanın ötesinde bu politik hedefin amansız takipçisi olmaktır.

Biz, İYİ Parti olarak Suriyeli kadınların Türkiye'de fuhuşa sürüklenmek zorunda kalmadan ülkelerinde onurlu olarak yaşamalarını istiyoruz. Biz, İYİ Parti olarak Suriyeli çocukların kendi ülkelerinde kendi okullarında geleceğe hazırlanmalarını istiyoruz. Biz, İYİ Parti olarak Suriyeli gençlerin geleceğinin Mafya veya terör örgütü üyesi olmasını istemiyoruz. Özetle, İYİ Parti olarak Suriyelilerin de biz Türkler gibi vatanlarında yaşama hakkına sahip olmaları gerektiğini düşünüyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları