Türk Ocakları 105. yılını kutladı!

Türk Ocakları 105. yılını kutladı!
Türk Ocakları Genel Merkezi, 25 Mart Cumartesi günü kuruluşunun 105. yıldönümü vesilesiyle “Geçmişten Geleceğe Türk Milliyetçiliği” konulu bir panel gerçekleştirdi

Türk Tarih Kurumu Konferans Salonunda düzenlenen panelde oturum başkanlığını Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz yaparken, Türk Ocakları Danışma Kurulu üyesi Alaaddin Korkmaz, Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Milay Köktürk ve Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Gündoğan konuşmacı olarak yer aldı.

t3-009.jpg

“İŞGALCİLER İLK OLARAK TÜRK OCAKLARINI KAPATTI”

Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz 190 tıbbiyeli öğrencinin, o zamanın Türk milliyetçisi büyüklerine yazdıkları mektupla Türk Ocakları’nın kurulmasına vesile olduklarından bahsetti.  Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde mevcut çöküşe çare bulmak üzere ortaya çıkan akımları anlatan Öz, nihayetinde Türk milletinin ancak Türkçülük siyasetiyle ayakta kalabileceği kararına vardığını belirtti. Öz, tıbbiyelileri, Türk Ocağı’nın kurucularını ve Türk Ocağı’na o günden bu güne emek verip ahirete intikal eden bütün büyüklerimizi rahmetle andığını ekledi. Türk Ocakları’nın tarihi süreçte üstlendiği büyük role dikkat çeken Öz, düşmanların işgal ettikleri bölgede ilk olarak Türk Ocakları’nı kapattığını, çünkü Türk Ocakları’nın Türk istiklalinin teminatı olduğunu dile getirdi.

t1-015.jpg

“TÜRK OCAKLARI PARTİ SİYASETLERİNİN DIŞINDADIR”

Genel Başkan Öz, günümüzdeki süreci değerlendirerek, küresel egemenlik mücadelesini yürüten güçlerin, Türk İslam coğrafyasını hedef tahtasına koyduklarını ifade ederken, bunun sebebini de kendimizden kaynaklanan sıkıntıların yanında büyük güçlerin coğrafyamızı kan gölüne çeviren politikaları olarak açıkladı. Öz, Suriye Savaşı’nı ve çözüm sürecini kapsayan zaman diliminde, Türk Ocakları’nın Türk milletinin birliği ve Türk devletinin bekası olmak üzere iki noktanın altını ısrarla çizdiğine dikkat çekti. Türk Ocakları’nın son dönemde iki hadise üzerine odaklandığını söyleyen Öz, birinin Ortadoğu’daki yangında büyük sıkıntılar yaşayan Türkmen kardeşlerimize destek olmak, diğerinin de Türk milletinin geleceğini teminat altına alacak yeni nesillerin yetişmesi için gerekli gayretleri çoğaltmak olduğunu ifade etti. Öz, Türkiye’nin yaşadığı son süreçte yaşanılan acı tecrübelerden gerekli derslerin çıkarılmadığını, ehliyetin, liyakatin göz ardı edildiğini vurguladı. Bu vatanın bütün evlatlarını bir ve aynı gözle görmemiz gerektiğini belirten Öz, ne yazık ki hala siyasi çıkar kaygısıyla milleti ayrıştıran söylemlerin meydanlarda söylendiğine dikkat çekti. “Tüzüğümüzün gereği olarak biz, parti siyasetlerinin dışındayız. Ama vatanın ve milletin bekası için inandıklarımızı her zaman söylemeye devam edeceğiz” diyen Öz, devlet yöneticileri ve siyasilerimizin ötekileştirici üslup ve beyanlardan uzak durması gerektiğini ekledi. Öz, milli birliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz dönemde olduğumuza dikkat çekerek konuşmacıları sahneye davet etti.

“TÜRK OCAKLARI, TÜRK MİLLETİNİN ERGENEKONUDUR”

 Alaaddin Korkmaz, Türk Ocakları’nın Türklüğün gerçek bir Ergenekon’u olarak tanımladı. “Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset kitabına kadar bizim Türklük siyasetimiz mevcut değildi” diyen Korkmaz, 190 tıbbiyeli gencin mektubunun da aslında Osmanlı Devleti’nin bitişinin ilanı olduğunu ifade etti. Korkmaz, bu mektubun, gençlerin gerektiği zaman fikir adamlarının da siyaset adamlarının da önüne geçebileceklerine dair bir örnek teşkil ettiğini açıkladı.

“ENVER PAŞA TÜRK YURDU DERGİSİNİN ÇIKARILMASINI RİCA ETTİ”

Türk Yurdu’nun aslında tasarlanan Türk Ocağı olduğunu söyleyen Korkmaz, Yusuf Akçura’nın kapısına gelen Enver Paşa’nın Türk Yurdu dergisinin çıkarılmasını rica ettiği hatırasını anlattı. Korkmaz, Türk Ocakları’nın Ziya Gökalp’in tarif ettiği gibi güzide, yani Türk milletinin düşünen beyinlerinin bir araya geldiği, fikrin üretildiği bir kuruluş olduğunu ifade etti. Türk milliyetçiliğinin tarihinin Türk Ocakları’nın tarihi olduğunun altını çizen Korkmaz, Türk Ocakları’nın kurucu unsur olduğuna dikkat çekti. Korkmaz, “Türk Ocağı fikriyatı, milli mücadelenin ateşleyicisi olduğu gibi idamesini ve kazanılmasını sağlayan asıl fikirdir.” derken, Türk Ocakları’nın milliyetçi kurumlar içerisindeki tek demokratik kurum olduğunu vurguladı.

“TÜRK MİLLİYETÇİLERİ ÇAĞIN RUHUNU YAKALAMALIDIR”

Prof. Dr. Milay Köktürk, “Dünyaya söyleyecek sözümüz olduğu için buradayız” diyerek söze başladı. Türk milliyetçilerinin daima milliyetçiliği kanıtlamaya, aklamaya uğraştığını ifade eden Köktürk, Prof. Dr. Mehmet Öz’ün “Türk milletinin kaderi Türk milliyetçilerinin elinde olmalıdır.” sözünü “Türk milliyetçileri, Türk milletinin karşılıksız âşıklarıdır” diyerek destekledi. Köktürk, Yusuf Akçura’nın “Bize felsefeci değil demirci lâzım” sözüne atıfta bulunarak milliyetçi düşüncenin felsefeye uzak kaldığını vurguladı.  Felsefî bakış açısının yokluğu halinde sınırlı bir çerçevenin dışına çıkılamayacağını ifade eden Köktürk, ancak felsefi eleştiri süzgeciyle fikir üretilebileceğini belirtti. Köktürk, bu sebeple Türk milliyetçilerinin de güncel olaylarla sınırlı kalıp, sadece tehlike olduğunda ortaya çıkan bir topluluk olarak algılandığına dikkat çekti. Milliyetçilerin davasının ne olduğu sorusu üzerinde duran Köktürk, davanın her daim yeniden tanımlanması, gözden geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Köktürk, Türk milliyetçilerinin eğer bir dünya tasavvuru varsa sadece kendi toplumuna değil, insanlığa söyleyecek sözlerinin olması gerektiğini ifade etti. Bunun da dünyayı doğru tanımakla, tarihi, olguları rasyonel bir zemine oturtmakla olacağını söyleyen Köktürk, aydınlarımızın -düşman veya dost olarak değil insanlık tarihinin bir kesiti olarak- Batı’yı yeterince tanımadığını dile getirdi. Köktürk, insanlık tarihinde en önemli dönüm noktasının Sanayi Devrimi olduğunu açıkladı. Geçmişteki sanayi devrimini mekanik, günümüzdekini de elektromanyetik sanayi devrimi olarak açıklayan Köktürk, bu çağın egemen gücünün para olduğunun altını çizdi. Köktürk, Türk milliyetçilerinin, Türk Ocağı bünyesindeki entelektüellerin yapması gerekenin çağın ruhunu yakalamaya, anlamaya çalışmak olduğunu ekledi. Eski söylemlerin artık anlamsızlaştığına dikkat çeken Köktürk, günümüzde insan kaynaklarını doğru sevk ve idare etmek üzerine düşünülmesi gerektiğini söyledi. Köktürk, bahsedilen insan kaynağının ruhunun, kendini bu coğrafyaya ait hissetmesinin yeterli olacağını, isim kavgalarının yapılmaması gerektiğini vurguladı.

 "FİKRİ PLANDA MÜCADELE ETMELİYİZ”

 Prof. Dr. Ali Osman Gündoğan, Türk milliyetçilerinin, bir hastanın kırık parmağı misali nereye dokunsalar acıdığını söyleyerek söze başladı. Gündoğan, “Bugün, çözüm bulmaya başladığımız andan itibaren aslında yaptığımız şudur: Gelecekte de özünü oluşturmaya devam edecek olan bu millet ve bu millete ait aidiyet duygusunu, en iyi şekilde ifade eden milliyetçiliğin özünün oluşmasına biz de katkıda bulunuyoruz. Ama bu hiçbir zaman bitmeyecek olan bir serüvendir.” derken, Bergson’a atıfta bulunarak milliyetçiliğin millet için bir hayat hamlesi olduğunu ifade etti. Milliyetçiliği zamanın sadece tek boyutuyla ele almanın son derece yanlış olduğunu vurgulayan Gündoğan, tarihi geçmiştekini günümüze taşıyan, geleceği de günümüzde tasavvur ettiren bir bütün olarak algılamamız gerektiğini ekledi. Gündoğan, bütün fertlerin kendisini tanımakla mükellef olduğu gibi milletlerin de milliyetçilik idealini ortaya koyabilmek için kendilerini tanımakla mükellef olduğunu söyledi.

“BENİM MİLLİYETÇİLİĞİM ÖTESİ OLAN DEĞİLDİR”

Milletlerin kendisini tanıma sürecinde milliyetçilikle sınır çizilecekse, sınırın doğru çizilebilmesi için sınırın öte tarafını bilmek gerektiği üzerinde duran Gündoğan, “Benim milliyetçiliğim ötekisi olan değildir. Benim milliyetçiliğim, ötekini tanımak zorunda olduğum ve hatta varoluşum için kendisine muhtaç olduğumdan dolayı özen göstermek zorunda olduğum başkasıdır.” dedi. Gündoğan, milliyetçiliğin aldığı eleştirilere dikkat çekerken bunlardan birini, “milliyetçilerin kendi milletinden başkasına söyleyecek sözleri olmadığı” olarak açıkladı. Bütün insanlara anlatacak evrensel mesajı olmayanların konuşmalarının da anlamı olmayacağını ifade eden Gündoğan, dışımızda ne varsa tanımak zorunda olduğumuzu dile getirdi. Gündoğan, milliyetçiliği sadece zor zamanları harekete geçiren tepki durumu olmaktan çıkarmanın yolunun bu olduğunu, işe yaracağı zaman kullanıp, işe yaramayacağı zaman her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alan bakış açısının yanlış olduğunu vurguladı. “Ben milliyetçiyim diye söylediğinizde aldığınız tepkiyle milli takımı aynı maçta aynı milli heyecanlarla desteklerken alacağınız tepki birbirine benzemez” diyen Gündoğan, bunun sebebinin milliyetçiliğin fikri olarak kendisini yenilemekten uzak kalışı, tarihe gömülüp kalması, tarihi de sadece geçmişten ibaret görmesi ve kendisine yeni bir yol çizememesi olarak açıkladı.

“TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ BATILI MİLLİYETÇİLİKLERLE KARIŞTIRILMAMALI”

Gündoğan, Batıdaki milliyetçiliğin feodalitenin yıkılmasına, milletlerin ve ulus devletlerin kurulmasına hizmet ederken, bizdeki milliyetçiliğin imparatorluğun yıkılmasından sonra ortaya çıktığına dikkat çekti ve Türk milliyetçiliğinin Batılı milliyetçiliklerle karıştırılmaması gerektiğini vurguladı. Milliyetçinin –kendisini var kılan ama milletle olan bütünleşmesini de ihmal etmeyen- bir şahsiyetçi olmak durumunda olduğunu ifade eden Gündoğan, buradaki şahsiyeti kuran unsurun ahlâk ve etik olduğunu, bu ahlakın da milliyetçiyi bir üst varoluş alanına taşıyacağını vurguladı. Gündoğan, en üst varoluş alanını din olarak tanımlarken, dinden hareketle ahlaki alana değil, ahlaki alandan hareketle bir üst alana çıkılması gerektiğine, çünkü dünya düzeniyle hiçbir irtibat kurmadan doğrudan sonsuzdan dünyaya inildiğinde saçma bir ahlak düşüncesinin ortaya çıkacağına ve dinin sadece -kendi özünden kaynaklanmayan- bir takım ritüellerden ibaret hale geleceğine dikkat çekti. Bugün Türkiye’de “Üç Tarz-ı Siyaset”in komik bir biçimini yaşadığımızı ifade eden Gündoğan, hangi realiteye dayandığı belli olmayan bir Milliyetçiliğin, akıldan uzak bir Osmanlıcılığın ve İslam dünyasıyla kavgalı bir İslamcılığın mevcut olduğunu, bunların milliyetçi düşüncenin önünde büyük engeller olduğuna açıklık getirdi. Gündoğan, milliyetçiliğin önündeki engelleri aşmadığı sürece evriminin duracağını ve bizlere düşen görevin bir hayat hamlesi olarak milliyetçiliği diri tutmak, fikri planda mücadele etmek olduğunu ekledi.