Türk Ocakları’ndan Başkanlık çıkışı

Türk Ocakları’ndan Başkanlık çıkışı
Türk Ocakları Genel Başkanı Mehmet Öz, Başkanlık referandumuna ilişkin kaleme aldığı makalesinde önemli eleştirilerde bulundu. Öz, getirilmek istenen sistemin herhangi bir tarihi dayanağının olmadığına dikkat çekti.

Başkanlık seçimleri öncesinde kararı ve yaklaşımı merakla beklenen kurumlardan biri olan Türk Ocakları sessizliğini bozdu. Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz yazdığı makalesinde getirilmek istenen sistemin demokratik olmadığını belirtirken, referandum sürecinde herhangi bir çalışma yürütmeyeceklerini açıkladı.

Türk Ocakları’nın resmi sayfasından yayınlanan makalede anayasa değişikliği paketine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Öz, “Milli Beka meselesi yerine yeni hükümet sistemine odaklanıldı” diyerek süreci eleştirdi.

İşte Türk Ocakları Genel Başkanı’nın makalesinden öne çıkanlar:

Böylesine ağır ve netameli bir süreçten geçilirken millî beka mücadelesine odaklanmak yerine Anayasa’da yapılacak değişikliklerle yeni bir hükûmet sistemi arayışına girilmiştir. Toplumun 15 Temmuz öncesinde yaşamakta olduğu siyasi gerilim iklimi, “Yenikapı Ruhu” ile yumuşamıştı. Ne var ki, bu çok uzun sürmedi ve Anayasa değişikliği önerisi, sert siyasi tartışmalara kapı açtı.

TÜRK MİLLİYETÇİLERİ ARALARINDA BÖLÜNMÜŞ DUURMDA

Böyle dönemlerde, karşımızdakinin şahsiyetine saldırmadan, hakaret etmeden, incitmeden fikirlerimizi savunabilmeliyiz. Ne yazık ki, ülkemizde, hele de OHAL şartlarında bu neredeyse imkânsız hâle gelmiştir. Bazılarına göre getirilmek istenen sistemi eleştirmek hainlik, diğerlerine göre ise bunu savunmak diktaya evet demek… Düne kadar, sözde çözüm sürecinde HDP ile görüşmeleri “barış sürecine katkı” olarak savunanlar, bugün “hayır” diyenleri PKK ile aynı safta gösteren bir dil kullanabiliyor. “Hafıza-i beşerin nisyan ile malul” olması böyle istismar ediliyor. Diğer bazıları da dün “demokratikleşme” adı altında PKK’nın taleplerine sıcak bakarken bugün Türk milliyetçileri içindeki farklılaşmadan istifade için sıkı milliyetçi söylemlere başvurabiliyor. Makul eleştiriler dahi dinlenmeden demagoji ile savuşturulmaya çalışılıyor. Millet gibi Türk milliyetçileri de aralarında bölünmüş vaziyette ve biz, buradan bir çıkış yolu arıyoruz.

 "KUVVETLER AYRILIĞI İLKESİNE DAYALI DEMOKRATİK REJİM YARA ALACAKTIR"

Muhtevaya gelince “Anayasa Değişikliği Önerisi”nin temelinde, seçilmiş cumhurbaşkanının, icra gücünü elinde toplaması yatmaktadır. Öneride yer alan maddelere bakıldığında, mevcut Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu ile 12 Eylül sonrasındaki siyasi tecrübemiz dikkate alındığında, yürütme erkini tek başına elinde bulunduracak olan cumhurbaşkanının, aynı zamanda yargı ve yasama üyelerinin belirlenmesinde de asli güç ve yetki sahibi olacağı anlaşılmaktadır. Bu ise “Kuvvetler Ayrılığı İlkesi”ne dayalı demokratik rejimin, hafif bir ifadeyle, yara alması demektir. Sistemi savunanlar, Meclis’in bir takım mekanizmalarla denetleme yetkisinin arttığı iddiasıyla cumhurbaşkanının sorumluluğuna işaret etmektedir. Mevcut kanunlar ve siyasi kültürümüz ortada iken çoğunluk partisinin genel başkanı olması kuvvetle muhtemel bir cumhurbaşkanının bu şekilde denetlenebileceğini beklemek fazlasıyla iyimserlik olur.

"YENİ SİSTEMİN HERHANGİ BİR TARİHİ DAYANAĞI YOKTUR" 

Anayasa değişikliği teklifiyle getirilen yeni sistemin, bazı iddiaların aksine, tarihî dayanağı da yoktur. Bilge Tonyukuk’un Bilge Kağan’ın yanında, Nizamülmülk’ün Alp Arslan ve Melikşah’ın yanında tarihimizin simgeleşmiş ikinci adamları olması bir yana; Göktürklere, Selçuklulara veya Osmanlılara bu açıdan bakmak, hanedan devletlerini demokratik millî devletlere örnek göstermek doğru değildir. Kaldı ki meşruti monarşi tecrübemizde, dönemin şartlarının da etkisiyle sultanın yetkileri sembolikti. Öncesinde ise sultanın yürütme yetkisi “mutlak vekili” olan veziriazama tevdi edilmişti (Fatih Kanunnamesi’nde bu açıkça yazılıdır: “Bilgil ki, evvelâ vüzerâ ve ümerânın veziriazam başıdur. Cümlenin ulusudur. Cümle umûrun vekîl-i mutlakıdır.). Kazaî yetkiler kazaskerlerin, örfi kanunların tedvini ise “kanun müftüsü” (müfti-yi kanun) olarak tanımlanan nişancının uhdesinde idi. Devlet işlerinin şer’-i şerife uygunluğunu denetlemek bakımından şeyhülislam da ulemanın başı idi. Tabiri caizse bir nevi denge sistemi vardı. 

Bir başka yanlışlık da meseleyi şahıs odaklı olarak tartışmaktır; hâlbuki bu bir sistem meselesidir ve fânilere göre değil, devletin bekası temelinde ele alınmalıdır. Yani, bugün “Halk bir kişiye teveccüh gösterecek ve o da işleri yola koyacak.” gibi bir yaklaşım, bir başka deyişle arızi olanın olağanlaştırılması, ileride telafisi imkânsız sonuçlar doğurabilir. Tartışmanın şahıslara bağlı olarak yapılması, maalesef semeresiz münazaralara ve körü körüne zıtlaşmalara yol açmaktadır. Maalesef mesele, tıpkı 12 Eylül’de olduğu gibi şahıs temelinde ve içinde bulunulan konjonktüre göre ele alınmıştır. Hâlbuki millet hayatı için son derecede önemli bir değişiklik söz konusu olduğundan, bunun uzun vadeli muhtemel sonuçları enine boyuna tartışılmalıydı.

Şüphesiz ki, hükûmet etme sistemleri, insanlığın tarihî tecrübesinden doğmaktadır. Şartlar değiştikçe bunlarda da köklü değişiklikler veya küçük çaplı tadilat yapılabilir. Yine, ülkenin içinde bulunduğu şartlar da dikkate alınarak güçlü ve tek elden bir yürütme fikri de pekâlâ savunulabilir. Burada problem; yürütmenin başındaki kişinin, önce, Meclis’te çoğunluğu teşkil edecek olan iktidar partisinin milletvekillerini, sonra da onlarla birlikte yüksek yargı üyelerini belirlemesinin yüksek bir ihtimal olmasıdır.

"DEĞİŞİKLİK SADECE MUHTEVA DEĞİL YÖNTEM OLARAK DA HATALIDIR" 

Anayasada, bazıları (milletvekili sayısı, seçilme yaşı vb.) hiçbir şekilde esasa müteallik olmayan değişiklikleri içeren 18 maddelik değişiklik teklifiyle; yürütme, yasama ve yargıda çok köklü ve aynı zamanda birçok boşluk doğurabilecek Anayasa değişikliğinin sadece muhteva olarak değil, yöntem olarak da hatalı olduğunu düşünüyoruz. Şunu da belirtelim ki, cumhurbaşkanının sembolik yetkilere sahip olduğu ve Meclis tarafından seçildiği “parlamenter sistem” de yürütmenin halk tarafından seçilecek bir başkana tevdi edileceği “başkanlık sistemi” de kusursuz sistemler değildir. Bunlardan hangisi tercih edilirse edilsin anayasa, “kuvvetler ayrılığı” esasına dayanmalıdır (Federalizme dayalı ABD başkanlık sisteminde, Temsilciler Meclisi ve Senato’nun yetkileri böyle bir denge ve fren mekanizmasını ortaya çıkarır.). Kuvvetler ayrılığı ve dengesinin derecesi, şekli vb. değişebilir ama kuvvetler ayrılığına dayanmayan bir sistemin demokratikliği su götürür.

"CUMHURBAŞKANININ PARTİ YÖNETİCİSİ OLMAMASI GEREKİR" 

Dolayısıyla, bu önerinin referandumda kabul edilmesi hâlinde, sistem uygulanmaya geçilmeden önce birtakım tedbirlerin hayata geçirilmesi elzemdir. Mesela, bu durumda seçim barajının kaldırılması veya en fazla yüzde üç olması düşünülmelidir, zira barajın varlık sebebi yönetimde istikrar sağlamaktı. Yürütme erki cumhurbaşkanına tevdi edileceğine göre denge ve denetleme boyutu da dikkate alınarak millî iradenin Meclis’te mümkün olan en geniş şekilde temsil edilmesi şarttır. Bunun yanında cumhurbaşkanının, “parti yöneticisi olmaması, yönetici ise seçildiği takdirde yönetim görevinden istifası” da kanunla düzenlenmelidir. (Seçilmiş cumhurbaşkanına, atanmış yardımcılarının değil seçilmiş meclis başkanının vekâlet etmesi gerekirdi; maalesef referanduma sunulan metinde bu yapılmamıştır.). Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu’nda yapılacak değişikliklerle ön seçimle adaylığın yüksek bir oranda sağlanması da bir başka gerekliliktir. Ancak bu ve benzeri tedbirler hayata geçirildiği takdirde güçlü yürütmeyi dengeleyecek bir yasama organı ve dolayısıyla nispeten bağımsız bir yargıdan bahsedebiliriz.

PROPAGANDA FAALİYETLERİNDE YER ALMAYACAĞIZ

Biz bu süreçte çatışmacı ve ötekileştirici bir üslup ve söylemi kesinlikle tasvip edemeyiz. Siyasiler bunu yapabilirler ama Türk milletinin birliği davasına kendini adayan Türk Ocaklılar bunun dışında kalmalıdırlar. Türk Ocaklılar zaten, kendi hür vicdanlarıyla, hür fikirleriyle kendi reylerini ortaya koyabilen, fikir namusuna sahip fertlerdir. Her halükârda, kurumsal yapı olarak parti siyasetine karışmamak ilkemizin de doğrultusunda yürütülecek propaganda faaliyetlerinde yer almamız söz konusu değildir. Biz ancak ilmî ve fikrî açılardan tespit ve tekliflerimizi dile getirmek.