Türk olduklarını kabul etmeyen Türk toplulukları mı var?
Aslında bu soruyu yazının sonuna yazmak gerekirken, bu kez tersten başlayalım istedik. Çünkü konumuz oldukça sıkıntılı... Biz de sıkıntılı konuları sevenlerdeniz. Nitekim üzeri örtülen her gerçek vaka, kartopu misali yuvarlanan bir düşünce sistemine dönüşebilir. Bakınız... Eski Sovyet bloğundaki topraklar ya da adına bugün “Türkçe Konuşan Devletler” denilen alanda bulunanlar-biz Türk Dünyası demeye devam ediyoruz- bilirler; kafa karışıklığı yaratabilecek olay ve unsurlar pek çoktur. Bir bölümünün sokaklarında demir perdeden kalma bir alfabeyle yazılmış yazılar, tabelalar ve yaklaşımlar göze çarpar. Özellikle bir takım bölgelerde Rusça konuşulduğuna tanıklık edebiliriz. En önemlisi de bu veya benzer yaşanmışlıklarla bazılarımız bu halkların Türk olmadığını bile iddia edebilmektedir. Üstelik saygıyla karşılamamız gereken bu zorlama tespit oluşurken, tersini düşündürecek gelişmelerin sıklıkla yaşanmaması son dönemde artan bir biçimde “onlar kendilerini Türk olarak görmüyor” yaklaşımlarına zemin hazırlamaktadır.
Ya sahte gülümsemeler, sözler, davranışlar... Nasıl mı? Uluslararası bir toplantıdayız ve konuya hâkim olduğunu düşündüğümüz insanlar konuşuyorlar, aralarında Özbek, Kırgız, Kazaklar da var. Aman Allah’ım! Ne sözler, vaatler... Sonra toplantı dağılıyor. Birkaç saat önce o sözleri sarf edenler bir de bakmışsınız birbirlerine “ya bunlardan hiç bir şey olmaz” diyerek “kartopunun” büyümesine katkıda bulunuyorlar. Adamların dağarcığındaki semboller kısıtlı. At, et, ot, çapan giymek ve diğerleri...
Ne yani haksız mıyız? Yıllarca üretilen içi boş vaatler bizi hangi noktaya getirdi? Geçen yazıda 10 bin öğrenci projesini sorduk, oralı bile olmadılar. Çünkü zaten bir kısmının bilinçaltında böyle bir alan yok. Sadece sürdürülebilir rol alışverişi var. Muhakkak ki bu sözlerimiz Türk dünyasına gönül vermiş, inanmış, çalışmış insanları kapsamaz. Hani derler ya “onların hepsi her zaman başımızın tacıdır.”
Şimdi soralım o zaman, eğer bu coğrafyaya giden Türkiye Türklerinin bir kısmı (özellikle çevresi olmayanlar) hayal kırıklığı yaşayarak Türkiye’ye dönüyorsa ya da orada çalıştıkları halde pek çok birlik faaliyetine şüpheyle yaklaşıyorsa bunun sebebi sadece o insanların yaşadıkları mıdır? Yaşamadıklarının hiç mi katkısı yoktur? Örneğin Türk büyükelçiliklerinin yetkilileri bunun düzeltilmesi için nasıl bir eğitim almakta ve uğraşmaktadır? Herhangi bir Türkiye vatandaşı havaalanında kötü muameleye maruz kaldığında uykusunu bölüp gelebilme cesareti gösteren kaç diplomatımız vardır? Elbette istisnalar kaideyi bozmayacaktır. Üstelik söz konusu topraklara giden insanlarımızın ne kadarı gidecekleri bölgeler hakkında bilgilendirilmektedir? Neden vaktiyle böyle bir mekanizma kurulmadı ve halen kurulmamaktadır? Bir zamanlar bu coğrafyada idol olan insanlar neden şimdilerde hak ettikleri değeri bulamadıklarından yakınmaktadır?
Var değerli okuyucular... Bunların hepsinin cevabı bizde var. Onu da sizlerle paylaşacağız. Aslında bizim yazdığımız satırların buna sebep olanlar için hiçbir önemi yok. Gözler başka alanda, beyinler hayal âleminde. Ancak Türk halklarının birlikteliği için biz gerçekleri yazmaya ve konuşmaya devam edeceğiz.
Peki yazımızın başlığındaki sorunun cevabı ne olacak? Tabi ki bu sadece bir abartmadan ibarettir. Gerçek olan şudur: Hiç kimse kurdu, kuzuya çeviremez sadece perdeyle görüleni gizleyebilir ya da üzerine onun elbisesini giydirebilir. Ama gün gelir Kurt ortaya çıkar ve “işte ben buyum” der.