"Türk tipi başkanlık" ve yöntem sorunu

Tarihsel bazı dönemleri ölçüt alıp mutlak bir uyarlama yapma gayretiyle sürdürülen "Türkler için en uygun yönetim modeli nedir?" şeklinde bir tartışmayı doğru bulmuyorum. Buradan mutlak doğrular/yanlışlar, değişmez kurallar/yöntemler çıkarmak siyasal/yönetsel yaklaşımlar açısından hatalarla örülüdür. Örneğin yönetimde durumsallık yaklaşımı, yani bir ülkenin yönetim modelinin çevre ve teknoloji tarafından etkilendiği gerçeğini unutmadan bunu yapabilmek mümkün değildir. Dünyadaki evrensel değerler, uluslararası yaşam koşulları, mevcut insan kaynağınızın niteliği, coğrafyanızın durağan ya da dinamik oluşu gibi çeşitli belirleyicileri dikkate almadan bugüne dair uyarlama yapılması kabul edilemez. Eğer değişken ve kaotik bir coğrafyada yaşıyorsanız yürütme erkinin güçlendirilmesi belirli koşullar altında doğru bir yönelimdir. Ancak bu yönelimin doğruluğu karşısında "denetim" fonksiyonunu askıya almak çevredeki kaosu merkeze taşıyacaktır.

Başkanlık denebilir mi?

Siyaset bilimi literatüründe hükümet sistemleri yasama-yürütme-yargı arasındaki ilişkilerin yönü ve içeriği dikkate alınarak bazı tasniflere tabi tutulmaktadır. Bunlar arasında "Türk tipi başkanlık" yoktur. Başkanlık sistemi kuvvetler arasındaki sert ayrılığa dayanır. Türk yönetim geleneğinde ise yasama ve yargı kuvveti yürütmede toplanan bir mutlak yönetim öngördüğünden bu uygulamaya Başkanlık denilmesi doğru değildir. Olsa olsa başkan üzerinde toplanan yetki ve egemenlikten söz edilebilir. Kanuni Esasi ile başlayan meşruti monarşi sürecinde bile -bugünkü parlamentonun temeli atılmış olsa da- kuvvetler ayrılığı yoktur. Her üç yönetim erki de doğrudan ve dolaylı olarak padişahta toplanmaktadır. TBMM'ye getirilen sistem önerisinin Türk kavramıyla ilişkilendirilen boyutu çoğunlukla tarihsel süreç içerisinde yetkilerin hakan/sultan/padişah üzerinde toplandığı merkezileşme konusunda yoğunlaşmaktadır. Fakat demokrasinin özellikle 18. Yüzyıldan sonra sistemli bir disiplin altında irdelendiği düşünülürse diğer kuvvetlerin yani yasama ve yargının da şu veya bu şekilde tek bir kişinin kontrolüne verildiği yönetim anlayışının otoriter ve daha ötede totaliter sistemlere dönüştüğünü unutmamak gerekir.

Güçlü kağan güçlü denetim

Bununla birlikte 'tarihte Türkler nasıl yönetmişlerdir', diye sorarsak şu temel tespitler eşliğinde güzergahımızı belirleyebiliriz. Prof. Dr. Afet İnan, Atatürk'ün şu görüşlerine yer vermektedir: "Türk Milleti en eski tarihlerinde, meşhur kurultaylarıyla, burada devlet reislerini seçmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar yatkın olduklarını göstermişlerdir." Gerçekten de İslam öncesinde Kurultaylar, sonrasında Divan, Cumhuriyet döneminde ise TBMM, Türklerde meşveret ve istişare anlayışının en belirgin neticeleridir. Hunlar'da bir daimi meclis ve her yılın dokuzuncu ayı ülke meselelerinin konuşulduğu umumi toplantılar vardır. Bunun Avrupa Hun Devleti'ndeki karşılığı "seçilmişler meclisi"dir. Neredeyse her meselenin görüşüldüğü "Devlet meclisi" Göktürkler'de de daimi hale getirilmiştir. Uygurlar döneminde bu meclis hanedan dışından "Han" seçebilmektedir. Metehan zamanında başlayan ve ülkenin her yerinden temsilcilerin yer aldığı Kurultaylarda alınan kararlara Hakan uymak zorundadır. Bilge Tonyukuk'un devlete ve hakana nasıl yön verdiği, danışma ve kolektif sorumluluğun tarihe geçmiş en etkili tutanakları arasındadır. Selçuklularda Vezirin başkanlığında toplanan Büyük Divan savaşa karar verir, yüksek dereceli memurları atar, büyük davalara bakar. Osmanlıda iç işleri ve dış ilişkilerin görüşüldüğü Dîvân-ı Hümâyûn (sonra Bâb-ı Âlî oldu) vardı. Halk istek ve dileklerini divana yazılı ve sözlü olarak iletebiliyordu. Sultanın hakimiyet hakkı tartışılmazdı. Sultanlar savaş ve barışa karar verme gibi telafisi mümkün olmayan konularda ülkenin ileri gelenlerini, emekli olanları bile toplayıp herkesin fikrini alıyordu. Varılan netice sultana arz ediliyordu. Son karar merci sultan olsa bile o dönemin koşullarında ciddi bir dengeleme yöntemiydi.

O halde iki bin yıllık Türk yönetim geleneğine bakıldığında (Tanzimat ve sonrası ayrıca irdelenmeli) (1) Son sözü söyleme yetkisi itibariyle yasama, yürütme ve yargı erkinin hakan/padişah/sultanda toplandığını (2) Ancak genel eğilimin hükümdarın bu yetkisinin giderek günümüz parlamentosuna benzer organlarca denetlendiği görülmektedir. Hatta belirli dönemlerde devleti yönetemeyen hükümdarların değiştirilmesi benzer organların yetkisine bırakılmıştır. Sonuç olarak Türk yönetim geleneğinin geçmişten bugüne süzülerek gelen tavsiyesi; yürütme erkinin güçlü bir şekilde devlet başkanında yoğunlaştığı (Güçlü Kağan), yasama organının devlet başkanını aktif biçimde denetlediği (GÜÇLÜ (Parlamento-Denetim) ve yargının bağımsız/tarafsız kalarak "adaleti" tesis edebileceği (Güçlü Adalet) bir yönetim mekanizmasıdır.

Yazarın Diğer Yazıları