Türkeş’in başarısı ve örselenen Türk Kurultayları

Türk Dünyası olgusu bir sezgi ve düşünce biçimi olarak pek çok açılım ve projenin yanı sıra nitelikli duygu süreçlerini bünyesinde barındırır. Türk Dünyası aynı zamanda geçmişten bugüne esaret, zulüm, bağımsızlık, eşitlik, emperyalizm vs. kavramlarla ilişkilendirilmiştir. Uzun süre birbirlerinden ayrı bırakılmış toplulukların, kültürlerin elli ya da yüz yıl sonrasına tesir etmesi, hayal ve umutlara zemin oluşturması sanırım göz ardı edilecek bir durum değildir. Burada kısırdöngüye girmiş bir duygusal fenomen ya da ironi aramanın gereği yoktur. Söz konusu alanda yaşayanların alt bir dünyanın parçası olarak görülmesinin temelini soydaşlık üzerine kurulmuş bir milliyetçilikle ifade etmek mümkündür. “Bizim milliyetçiliğimiz kültür milliyetçiliğidir” derken Kazak, Kırgız, Özbek ya da diğer milletlerin ve toplulukların aynı soy ağacının birer parçası olduğunu inkâr etmek tarihe karşı en büyük haksızlıktır. Çünkü tarihin en büyük gerçekliği Türklüktür. Ne gariptir ki son zamanlarda bunu söylemeyi ve savunmayı “marjinallik”, “geri kafalılık” ve “bencillik” olarak gören zihniyetlerin toplumsal bir korku kültürüne ışık yakması önümüzde duran diğer bir gerçekliktir. O halde böyle düşünenler buna Türk Dünyası demek yerine başka bir kavram üretebilir ya da “kültür coğrafyamız” ve “Türkçe konuşan ülkeler” gibi yeni uydurulan kavramları kullanabilirler. Üstelik Türklüğü sadece bir etnik kimlik saymak, Türkçeyi sınırlar ötesinde algılayan bir kafa yapısına da aykırıdır. Nitekim aynı yaklaşımın odağında kapsayıcı Türklüğün aranması saçmalık olacaktır.
Öyle ya... Irkçılığı kökten reddeden birisi olarak şu soruyu sormaktan kendimi alamıyorum. Eğer Türk kavramı etnik bir kimlikse; yaklaşık 200 milyon insanın ya da temsilcilerinin birlik duygusu ile toplanabildiği bir faaliyete Türk Dünyası denilmesi ne kadar inandırıcı olabilir? Hal böyleyken “Türk Kurultayı” adı altında bir organizasyon gerçekleştirilmesi birçok çelişkiyi beraberinde getirmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki Türk dünyasına ilişkin proje ve faaliyetlerin tekel anlayışı ile yürütülmesi son derece yanlıştır ve aksine bir devlet projesi haline dönüştürülmelidir. Türk dünyasının ilerlemesi, kaynaşması ve bütünleşmesi adına gerçekleştirilen bütün çalışmaları ülkemiz için değerli bulmakla birlikte; eğer amaçlanan şey Türk Milliyetçiliği fikir alanındaki insanlara siyasi açıdan hitap etmekse bir büyük gerçeği yeniden hatırlatmak gerekir.
Türk kurultayı dediğimiz organizasyonun kurucusu ve öncüsü Merhum Alparslan Türkeş’tir. Yıllar önce bu coğrafyanın önemi anlaşılmamışken ve Türkistan kelimesi “faşistlik” , geri kafalılık olarak değerlendirilirken; kısıtlı imkânlarla ülke sınırlarını aşan Başbuğ Türkeş, bir fikir ve mücadele insanı olarak milyonların gönlündeki yerini hâlâ korumaktadır. Alparslan Türkeş, Türk kurultaylarının bir devlet projesi olmasını istemiştir. Buna göre Başbakanlık bünyesinde kurulması düşünülen Daimi Sekretarya teorik bakımdan hangi iktidar gelirse gelsin bu Kurultayların periyodik olarak toplanabilmesinin ve alınan kararların bizzat devlet tarafından takip edilmesinin zemini olacaktır. Bu kurum yetişir mi bilinmez; ama aldığımız bilgilere göre 2010 yılı sonunda ve yüksek ihtimalle Türkiye’de 12. Kurultay toplanacak. İşte bu süreç giderek yokluğunu daha çok hissettiğimiz ve özlemle aradığımız merhum Alparslan Türkeş’in eseri ve onun büyük Türk milletine armağanıdır. Şüphesiz ki Türkeş’siz Türk milliyetçiliği hesapları dün nasıl vücut bulmadıysa bugün de onu ve mücadelesini hiçe saymak, görmezden gelmek mümkün olmayacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları