Türkiye, Suriye denkleminin neresinde?

2016 yılının sonunda başlayan Astana görüşmelerinin 4. turunda Suriye'de geçici ateşkesi sağlayabilecek bir mutabakata varıldığı görülüyor. Türkiye, Rusya ve İran'ın garantörlüğünde 4 alanda ve toplam 7 ilin çeşitli bölümlerini içeren çatışmasızlık bölgeleri oluşturuluyor. Güvenli bölge kavramı yerine çatışmasızlık ifadesinin kullanılmasının iki temel gerekçesi olduğu söylenebilir. Birincisi güvenli bölge uygulamasının uluslararası hukuk ve uluslararası sistemle meşru biçimde desteklenmesi gerekiyor. Bir de stratejik bir hedef için gerçekleştirilmemeli. Burada hemen Birleşmiş Milletler akla geliyor. Astana'daki mutabakat henüz 3 ülkenin garantörlüğünü kapsıyor. İkincisi bu kavram ilk olarak Sayın Erdoğan tarafından 2014 Eylül ayında ABD Dışişleri Bakanı ile görüşmesinde kullanılmıştı. Amaç Azez-Cerablus arasında bir güvenli bölge oluşturulması fikriydi.

Örtülü cevaz

Astana görüşmelerinde bazı muhalif grupların İran'ı istemeyişi ve masadan kalkma girişimi biraz "iyi polis, kötü polis" olayına benziyor. Bu yolla İran'ın doğrudan sahada gözetim yapabilme yeteneği sınırlandırılmak isteniyor. Elbette ABD'nin buradaki yönlendirici etkisini göz ardı etmemek lazım. Zaten ABD'nin olası çatışmasızlık bölgelerinin bir kısmında dar kapsamlı da olsa bir takım muhalif gruplar üzerinde vekalet etkisi olabilir. Üstelik bu etki gücünün artması için orta vadede girişimlere yönelmesi muhtemeldir. Astana görüşmeleriyle varılan bu adım sivillerin zarar görmemesi ve Cenevre zirvesine daha tutarlı gidilmesi açısından önem taşısa da kısmi mutabakatın sadece çatışma boyutuyla irdelenmesi eksiklik olacaktır. Bu noktada meseleyi bölgesel bağlamda karşıt güçlerin diyalektiği üzerinden bir de Türkiye'nin olası konumlanması, kazanımları açısından irdelemek daha sağlıklıdır.

İlk olarak Rusya'nın belirleyici etkisi dikkat çekiyor. Rusya adeta Suriye'yi ikiye bölen ve kısa/orta vadede kalıcılığı olabilecek bir kazan kazan stratejisini ABD'ye sunmuş gözüküyor. Bir yandan ülkenin Kuzeybatısından Güneybatısına uzanan bir hat üzerinde oluşturulacak bölgelerde kendi stratejik hedeflerine zemin oluşturuyor bir yandan da Rakka ve çevresinde ABD'nin hareket alanına örtülü cevaz vermiş sayılıyor. Yani "orada DEAŞ'la mücadele senin işin, ben ise buradayım" şeklinde geçici ve kaotik bir paylaşım...

Rusya aslında çevrelemek istediği bu bölgeyi çatışmasızlık bölgelerine ayırarak çatışma alanlarını birbirinden koparıp kompakt hale getirip her birinde daha hızlı ve etkili sonuç alma stratejisine yöneliyor. Bu hedef El Kaide ve uzantılarının direnç gücünün rejim tarafından kırılmasıyla da ilgili. Böylelikle olabildiğince rejimin yerleşik ve kalıcı bir güç haline gelmesi pekiştirilmiş olacak.

Politika değişimi

Türkiye açısından ise İdlib yönelimi, Suriye özelinde oluşturulmuş en önemli ikinci etki alanı haline geliyor. Fırat Kalkanı zamanlaması ve neticesi bir arada değerlendirildiğinde Türkiye'ye belli bir zaman kazandırdı. Kısa vadede de olsa fiili bir PKK-PYD devletini engelledi. Şimdi Astana mutabakatı ile yeni bir etki ve sorumluluk alanı yakalanmış gözüküyor. Muhakkak ki riskleri de beraberinde getiriyor. Çünkü Türkiye'nin bu adımında ABD'nin de önemli payı var. Adeta Türkiye'yi Rusya'ya itmiş oldu. Ardından da YPG ile yürüme kararı aldı. Şimdi Türkiye bu aşamada iki kazanç torbasını doldurmak isteyecektir. Birincisi İdlib'de muhalifler ve muhtemel kendi askeri gücü ile Suriye'nin geleceğinde etkisini hissettirmek ve masada kalmayı başarmak. İkincisi Rakka'da yapılacak operasyonun ardından PKK-PYD'nin tehdit alanlarını minimize etmek. Böyle bakıldığında her iki hedefin de işleyişi rejimin en azından orta vadede içselleştirilmesi demek. Yani Türkiye bu anlamda bir politika değişimine gitmiş oluyor.

Yazarın Diğer Yazıları