Türkiye ve İran'ın gelişen ilişkileri...
Türkiye son dönemde çok yönlü bir dış politika yürütmeye çalışıyor. Dışişlerinin, Ahmet Davutoğlu’na verilmesinin ardından özellikle Ortadoğu’da “komşu ülkelerle sıfır sorun” yaklaşımı etkili oluyor. AB çalışmaları artık gündemin ilk sıralarını işgal etmiyor. En azından artık AB sürecinin sadece formalite olduğu pek çoğunun malumu haline geldi. Ama hükümetin Orta Asya ve hatta Türk dünyası bloğunda hâlâ Özal dönemi performansını yakaladığını söylemek mümkün değil. Hatta Türk dünyası konusunda Özal ve sonrası dönem olarak kalın çizgili bir ayrım yapmak gerekir. Bu süreç hükümetin İran üzerine yoğunlaşmış Ortadoğu açılımını, önemli hale getirmektedir. Zira son 4 ayda atılan adımlar, İran ve Türkiye’yi belki de Atatürk döneminden sonra ilk kez bu kadar yakınlaştırdı. Peki hemen farkına varabildiğimiz bu ilişki değişikliği, özünde hangi gerçekleri barındırıyor?
ABD ve İsrail’in bakışı
Öncelikle yanı başımızda bir ülkenin nükleer güç haline gelmesi önceleri Türkiye açısından tartışılmaz bir tehlikeydi. Çünkü nükleer terörizmin en etkin silahı nükleer füze başlıkları ve bombalarıdır. Dünya nükleer bombaların gücünü Hiroşima ve Nagazaki’de görmüştür. Tehlikenin başaktörü uranyumun, ille de nükleer yakıta dönüştürülmesi gerekmez. Zenginleştirmeye tabi tutulması yeterli olabilir. Doğal olarak bugün İran’ın uranyum zenginleştirme isteği “11 Eylül” sarsıntısından henüz kurtulamamış ABD ve İsrail için oldukça hayati bir konudur. Her iki algı dünyasında da İran’ı bu hususta kontrol etmek ya da bizzat durdurmaktan başka seçenek yoktur.
İran ve Türkiye
dengeleri değiştirebilir
Öte yandan İran’ın kontrol edilmesi zor çıkışları, ABD’nin Afganistan ve Irak ölçeğinde yıpranması; İran’ın nükleer güç olma yolundaki çabalarının silah gücü ile durdurulma girişimlerini ötelemektedir. Kısa vadede ABD’nin Türkiye ile işbirliği yapmaktan başka rasyonel bir seçeneği bulunmamaktadır. İran ise Türkiye’nin son dönemdeki Ortadoğu politikasından yola çıkarak “en tarafsız belirleyiciyi” bulduğunu düşünmektedir. Doğrudur... Türkiye bu rolü kendisi isteyerek yaratmıştır. Türkiye ve İran böyle bir gelişme karşısında pek çok alanda etkin ve kısa sürede ekonomiye yansıması mümkün olan bir ilişki trafiğine girebilir. Özellikle ekonomisi geriye giden İran ile enerjide darboğaza sürüklenen Türkiye, ciddi kazançlar elde edebilir. Ancak her ikisini de bekleyen esaslı bir tehlike vardır.
Herşey bir anda
tersine dönebilir
Bugün ABD-Türkiye ilişkileri hangi boyuttadır? Türkiye’ye verilmesi planlanan “nükleer arabuluculuk” sadece bir rol olarak mı kalacaktır yoksa Türkiye gerçekten bu kez ABD’nin (ve İsrail’in) tartışılmaz “etki alanından” çıkabilecek midir? İşte bu ince çizgi Türkiye ve İran arasındaki tarihi iletişim sürecinin istikametini belirleyecektir. AB’nin “acaba Türkiye elimizden mi kayıyor” endişesi ile neredeyse strateji değiştirmeye hazırlandığı bir dönemde yeniden AB’nin ağına düşmek de mümkündür.