Türkiye’nin gelecek senaryosu

Türkiye, III. Selim’den başlayarak, II. Mahmut’la modernleşme sürecine radikal adımlar atarak girmiş ve kendini bitmeyen bir rejim tartışmalarının içinde bulmuştur. Hâlen daha sürüyor.

Nereden biliyoruz?

Yapılan uygulamalardan.

En son Partili Cumhurbaşkanlığı gibi, ucube bir sistem getirdik. Sonrasında ne yaşadığımız ortada. İçinde bulunduğumuz ekonomik çöküş; tarımda, hayvancılıkta gittikçe dışa bağımlı hâle getirilmemiz ve en son yaşadığımız maden faciası gibi olaylar, denetimsiz siyasal sistemin sonuçlarıyla yakından ilgili.

Hukuk sistemini zaten herkes biliyor.

Vatansever, milliyetsever ve dahi Türklük aşığı olduğunu iddia edenlerin güç paylaşımı yaptıkları iktidar koalisyonu eliyle, kıymetli madenlerimiz, geliri yüksek önemli şirketlerimiz, kimi satılarak, kimi ortak edilerek yabancılara oluk gibi para akıtıyor.

Denetlenemez, sorgulanamaz, araştırılamaz iktidar ve bileşenleriyle, işlevleri sınırlandırılmış bir meclis ve üzerinde siyasetin gölgesini sık sık gördüğümüz yargı kurumunun varlığı, aklı başında herkesi endişelendiriyor. Özellikle Anayasa üzerinde yapılan politik söylemler, tartışılamaz denilen maddelerin de tartışılması gerektiğini dillendiren siyasi eylemler, Türkiye nereye götürülmek isteniyor sorusunu akıllara getiriyor.

Ve bütün tabloya, geniş bir perspektiften bakıldığında, kurumsal varlığı ile siyasal atamalara rağmen amacından sapmayan tek devlet kurumunun Anayasa Mahkemesi olduğunu görüyoruz. Geriye kalan bütün kurumlara dokunuldu ve birçoğunun düzeni bilerek ve isteyerek bozuldu.

Anladığımız kadarıyla bundan sonrası için geriye birbiriyle doğrudan ilişkili iki önemli olgu kaldı.

Anayasa ve Anayasa Mahkemesi.

Bu ikisini de hallettiniz mi geriye eski Türkiye’den eser kalmaz.

Kalmasına kalmaz da ne olur?
İşte onu tam olarak bilmiyoruz.

Söylemiyorlar.

Bu dönüşümü sağlayanlar, belirli bir merkezden, gayet yavaş, gayet sakin ve yine gayet temkinli olarak ilerliyor.

Açık söyleyeyim: Bu dönüştürücü gücün arkasında ABD var mı? Varsa ne kadar var? Asıl amacı ve gayesi ne? Yeni bir SEVR planı içinde miyiz?

Bilmiyoruz.

Eğer ABD yok da sadece millî güç odakları kendince bir plan dâhilinde ilerliyorlarsa, yine soracaklarımız var. Bu değişime neden ihtiyaç duyuyorsunuz?

Cevap vereceklerini sanmıyorum.

İşte “Türkiye Yüzyılı” dedikleri, Atatürk’ün zaman zaman saldırıya uğramasına sessiz kalmaları, Dem Parti ile iyi anlaşamadıklarından yerine HÜDA PAR’ı ikame etmeleri, onun mecliste yaptığı çıkışlarla toplumun tepkilerini ölçmeleri, Diyarbakır’da “açılımcı konuşmalar” yapmaları, tarikat ve cemaatlere, eğitimde, sivil toplum gerekçesiyle yer vermeleri gibi gelişmelerin hepsi, Türkiye’de yeni siyasal düzen kurma sevdası.

Cumhuriyetin temel kurumlarını (en başta ordu) istenen hizaya getirdiler. Bunun için Ergenekon, Balyoz gibi uyduruk kumpaslar kurdular. “Vesayeti kaldırıyoruz” diye de topluma yeni vesayeti kabul ettirdiler.

Geriye, Anayasa ile o Anayasa’nın varlığını vücuda getiren Anayasa Mahkemesi kaldı. Aslında mahkemenin kadrolarını değiştirdiler. Lakin hukukçular, yüksek mahkemeye yakışır bir bilinçle davranınca umduklarını bulamadılar.

Seçimden sonrasına bakacağız.

Eğer Türkiye ve elbette Türkler; vatanlarını, devletlerini, SEVR benzeri bir planla kayıp edecekse, bunu dindarlık ve milliyetçilikle kabul ettirecekler. Değilse, yerli aklın Atatürk planı dışında bir Türkiye hedefi varsa, gene Türkler, İslamcı-Milliyetçi koalisyon eliyle bahsi geçen “Yeni Türkiye’nin” kimliksiz yurttaşları olacak. Çünkü baskın kimlik “Türkiyelilik” olacaktır.

Tabii benimki bir tahmin.

Bir fikir jimnastiği.

Bir sesli düşünme.

Belki yanılıyorumdur.

Bilemem.

Yaşarsak, birlikte göreceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları