Türkiye'nin Şanghay hamlesi

Başbakan Erdoğan Rusya gezisinin ardından katıldığı bir televizyon programında Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üyeliğine ilişkin şu açıklamayı yaptı: “Putin’e ’zaman zaman bize takılıyorsun. AB’de ne işin var diyorsun. O zaman ben de şimdi size takılayım. Hadi gelin bizi Şanghay İşbirliği Örgütü’ne dahil edin, biz de AB’yi gözden çıkaralım’şeklinde bir latife yaptım. Mesajı ben devamlı veriyorum oraya. ’Başka arayışlara bizi götüreceksiniz’diyorum.”
Bu sözlerin olası sonuçlarını ortaya koymadan önce, ŞİÖ’nün ne olduğunu hatırlamakta fayda var...
ŞİÖ, 1996 yılında bölgesel sınır ve güvenlik problemlerinin çözümüne katkı sağlamak amacıyla Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan arasında kurulmuş ve Özbekistan’ın üyeliğe kabul edildiği 2001 tarihine kadar “Şanghay beşlisi” adıyla faaliyetlerini sürdürmüştür. Afganistan, Hindistan, İran, Moğolistan ve Pakistan gözlemci, SriLanka, Belarus ve Türkiye diyalog statüsüyle (karar verme mekanizmasının dışında) örgütün kapsamı içerisindedir. 2011 GSYİH rakamlarıyla dünya ekonomisinin %12’sini teşkil eden ŞİÖ, Avrasya coğrafyasının da %75’ini temsil etmektedir. 2004 yılından bu yana BM nezdinde gözlemci olarak yer alan ŞİÖ içerisinde kurumsal olarak Konseyler, Sekreterya ve Özbekistan’daki Bölgesel Anti-Terör şubesi yer almaktadır. Türkiye örgüte ilk olarak 2005 yılında katılmak istediğini beyan etmiş ve Çin’in bazı endişeleri sebebiyle kabul edilmemiştir. Örgütün iki başat üyesinden Çin, Türkiye’nin katılımını örgütün kuruluş amaçları ve bazı bölgesel gelişmeler açısından sakıncalı görmekte; Rusya ise ABD karşısında ŞİÖ’nü daha etkili kılmak için Türkiye’nin gözlemcilik statüsüne sıcak bakmaktadır.
Peki ŞİÖ üyeliği Türkiye’ye ne gibi avantaj ve dezavantajlar getirebilir?  Öncelikle Türkiye’nin derin tarih ve kültür bağlarının olduğu Türk Dünyası alanı ile işbirliğini artırılabilmesi ve daha meşru bir zeminde faaliyet gösterilebilmesi açısından son derece önemli bir adım olacaktır. ŞİÖ üyeliği özellikle Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’ı -ki Türkiye-Özbekistan ilişkilerinin dibe vurduğunu düşündüğümüzde- Türkiye’ye bir adım daha yaklaştırabilir.
Türkiye’nin Avrasya coğrafyasındaki etkinliğini artırması uluslar arası toplumda elini daha da kuvvetlendirebilir.
Dünya ekonomisinin önemli ve etkili bir parçası olan ŞİÖ bölgesinde ekonomik işbirliğinin artırılması ve enerji kaynaklarının temini konusunda daha güvenilir partnerler kazanılması mümkün olabilir.
Türkiye açısından AB üyeliğinin vazgeçilmez olmadığı vurgusu üye devletlerin “ipe un seren” tavrını değişime uğratabilir.
Öte yandan “başka arayışlara bizi götüreceksiniz” yaklaşımı Rusya tarafından diğer bölge ülkeleri üzerinde bir imaj belirleme unsuru olarak kullanılabilir. Rusya, Türk Cumhuriyetleri arasındaki olası birliktelikleri etkisiz kılmak için  “Türkiye’de bizim yol göstericiliğimize inanıyor” şeklinde bir propaganda oluşturabilir. Sahada olan arkadaşlar Rusya ve Türkiye’nin bölgede kıyaslanabilir ülkeler olduğunu hatırlayacaklardır. Bu konuda haksız olmadığımızı bazı Rus televizyonlarının haberi veriş biçimlerinden anlamak mümkün. “Türkiye de Rusya’nın gücünü hiçe sayamıyor” başlığı bu yaklaşımın bir parçası olarak kabul edilebilir.
Acaba Türkiye’nin gerçekten böyle bir niyeti var mı? Yoksa bu sözleri Rusya’nın Suriye politikasına dönük bir hamle olarak mı kabul etmeliyiz?
Son dönemdeki diplomasi alanımıza bakıldığında ikinci seçeneğin daha güçlü olduğunu anlamak hiç te zor olmasa gerek...

Yazarın Diğer Yazıları