Türkiye’ye beyin kırımını reva görenler

Geçen hafta, ABD’nin Irak’tan çıkmayacağını, sadece ordusuna bağlı silahlı gücünü çekeceğini, Blackwater tipi özel güvenlik şirketlerine bağlı paralı askerlerin Irak’ta Amerikan tesislerinin bulunduğu “Yeşil Bölge”yi korumaya devam edeceğini belirtmiştim. Türkiye’nin de “ekonomik bir süper güç” olabilmek için petrol ve doğal gaz çıkarma, işleme ve bunları uluslararası piyasalara ulaştırma gücüne erişmesinin gerektiğini, aksi halde bölgesindeki gelişmelerde sözsahibi olamayacağını vurgulamıştım.
Okuyucularımızdan çok sayıda mesaj aldım. Özetle, şu soruluyor: “Türkiye, iktisadi kalkınması için gereken yerli uçak, araba ve motor sanayiini niçin kuramadı? Sorumlu kimdir ve çözüm nedir?”
Şimdiye dek insanlarımızın moralini bozmamak ve elâleme rezil olmamak için bendeniz de dahil “yen içindeki kırık kolun acısını” gizledik. Fakat kemik yanlış kaynadı. Şimdi küçük bir ameliyat yapmanın zamanı geldi. Önce geri kalmanın tarihçesini ve nedenlerini yazalım:
- Birinci Dünya Savaşı, Çanakkale ve İstiklal Harbi’nde, memleketimizin yetişmiş insan kaynaklarının çok büyük bir oranını şehit ve gazi vererek kaybettik.
- İzmir İktisat Kongresinin (1923) kararları uygulanamadı. Gelişmiş Avrupa ülkelerinin nerdeyse hepsi ülkeden daha yeni kovulmuştu. İşgalcilerle ticari ortaklık yapmanın sosyal zemini ve ekonomik altyapısı yoktu.
- Kapitülasyonların resmi etkisi 1929’a kadar devam etti ve bu tarihte dünya büyük bir ekonomik kriz yaşadı. Bu arada 1926 ve 1930’daki demokrasi tecrübelerimiz bugün de tartışılan malum sebeplerle başarısızlığa uğradı, maalesef demokratik denetim mekanizmaları işletilemedi.
- İstanbul’daki iş dünyası yeni Başkent’in bürokrasisiyle uğraşmak yerine eski alışkanlıklarını sürdürerek doğrudan dışarıyla çalışmayı tercih etti.
- Yerli sanayi teşvik edilmek yerine yüksek vergiler ve bürokratik baskılarla iflasa zorlandı. Nuri Demirağ, Nuri Killigil, Vecihi Hürkuş ve Şakir Zümre gibi girişimcilerin dramlarını daha önce 15 Nisan 2011 tarihli bu sütunda yazmıştım. Atatürk’ün bizzat ilgilenmesine rağmen “ithal ikamesi” kolaycılığı, ihmaller ve ihanetler zinciriyle özek sektörün önü kesildi. 
- Montrö Sözleşmesi ile Boğazlarımızın korunması Türkiye’ye bırakıldığı için ilk kez ciddi bir silahlanma ihtiyacı duyduk. 1936 ve 1937’de İngilizlerin Çanakkale ve Marmara’da konuşlu demode top ve silahlarını bu ülkeden çok büyük kredi kullanarak satın aldık. Silah sistemleri ile birlikte yabancı danışmanları da savunma sistemimize dahil ettik.
- İkinci Dünya Savaşının ardından ekonomisi çöken İngiltere, 1944 yılında, “Türkiye ve Yunanistan’a yapılacak yardım ve himayeleri” bir protokolle ABD’ye devretti. Truman Doktrini ve Marshall yardımları bunların devamıdır.
- 1980’e kadar askeri harcamalar genel bütçenin ortalama yüzde 50’sini oluşturdu. İkinci Dünya Savaşı döneminde bütçenin tamamının seferberlik ihtiyaçlarına ayrıldığı yıllar oldu. Fakat sermaye acil ihtiyaçlar nedeniyle askeri hibe malzemelerinin tamirine ve Amerika’nın envanterinden düştüğü silah sistemlerinin satın alınmasına tahsis edildi.
- 1960 yılına kadar ülkemizde kalkınma planı hazırlanmadı. Merhum Alparslan Türkeş’in girişimiyle Devlet Planlama Teşkilatı kuruldu ve 1963 yılında ilk kez kapsamlı bir 5 yıllık kalkınma planı hazırlandı. Bu planda yine ilk kez 15 yıllık bir kalkınma perspektifi çizildi. Nihayet 9. Beş Yıllık Kalkınma Planı “Küresel ölçekte rekabet gücüne sahip” bir Türkiye vizyonu ve uzun vadeli strateji (2001-2023) doğrultusunda hazırlandı.
Fakat plan yapmak da sorunu çözmüyor. Kararların arkasında duracak ciddi bir yönetim iradesine ihtiyaç var. Problemlerin kaynağında elbette yabancı ajanlar, gizli anlaşmalar, içeriğini bile anlamadığımız protokoller, milli ekonominin elini kolunu bağlayan “patent kelepçeleri” vs de bulunuyor. Ancak çözüm, “önce devlette kadrolaşalım, sonra sorunları hallederiz” kolaycılığı yerine, “önce liyakatli, işinin ehli adam yetiştirelim” diyebilecek dirayette devlet adamı ve siyasetçilerle mümkündür. Her yönüyle büyük bir güç olmadıktan sonra, sizinle alay edercesine içinizi de dışınızı da karıştırırlar ve soykırım tasarılarını geçirirler. Çare; beyin kırımına uğrayan ülkenin yeniden aklını başına toplamasıdır.

Yazarın Diğer Yazıları