Türk'ün sağlam karakteri

İlgimi en çok çeken analizler yabancılara ait olandır. Genelde bizim bizi övmemizi ikinci planda tutarım. Önemli olan, başkalarının tespit ve gözlemleridir. Bu konuda en fazla tahlili Avrupalı yazarlardan okudum. Genelde Almanların yazdıklarına inanır oldum. Bakmayın siz bu aralar aramızın açık olmasına. Politik ve ekonomik çıkarların öne çıktığı günümüzde kimi değer yargılarının da değiştiği meydanda.

   Birinci Dünya Savaşı sırasında ve hatta biraz daha öncesinde Almanlara daha fazla sevgi ve saygı gösterdiğimiz kesin. Teknoloji başta, harp sanayiinde hep onlardan etkilendik. Yurt dışına eğitim için yolladıklarımızın ilk adresi bu ülke oldu. Onlardan da bize epey gelen oldu. Çanakkale Zaferinde bile omuz omuza çarpıştıklarımız hep Almanlardır.

 

Duyguyu saklamak

 

   Neticede, Türkiye'de oldukça fazla sayıda Alman Subay'ı görev yaptı. Bunların hatıralarını okudukça, küçük eleştiriler dışında, genelde hep övgü bulursunuz. Hepsinin ortak tespiti Türk'ün duygularını belli etmemeye çalıştığıdır. Örneğin küçük çocuğunu bile, başkalarının yanında öpmemesi ilk gözlemlerdir. "Aşırı sevgi gösterisi" bu toprakların insanına yakışmıyor. Bunu genel olarak tanımlarsak "duygularını belli etmeme" demek mümkün.

   Onlara göre Türk "aceleciliği sevmez". Yabancının ilk şaşırdığı özlü söz "yavaş yavaş yap"tır. Oysa bunun Fransızcadaki karşılığı "yavaş yavaş, hızlı git"tir. Acelecilik, yarış edercesine çalışmak Türk'e yakışmaz. Sağlamcılık, yaz-boz zihniyetine karşı olmak, ana nedendir. Çoğu işlerde bu yüzden gecikmeler olur. Bir türlü planlamaya uyulmaz. Hani uluslarasında şu sözdeki anlam bizim için söylenmiştir; "Acele işe şeytan karışır".

 

Zor olan

 

  Uzmanlara göre bu saplantı. Türk'ün ağırbaşlı, daha doğrusu vakur yapısının getirdiği bir gerçektir. Sırf  bu nedenle  ticari hayatta uzun yıllar geri kalınmıştır. Dikkat edin "özel teşebbüs fikri" ancak, Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra gelişmiştir. Türk toplumunun geleneksel yapısı insanları hep "devlet memuru" olmaya itmiştir. Ordu mensubu olmak her zaman tercih sebebiydi.

  Kendi ailemden örnek verirsem, bu özelliğin tamamını bizde gördüm. Ataninem, annem dahil tüm yakınlarım Devlet'ten emekli oldular. Bu yola girmeyen ilk kişi bendim. O da son anda köşeden döndüm diyebilirim. Büyüklerim birkaç kez her şeyi ayarladı ve yine resmi sıfat olan iş için yoklama yapıldı. "Son devlet görevlisi ağabeyimin ille de görev yerlerine trenle gidilsin tercihini hatırlayınca vazgeçtim. Askeri lise ve polis kolejine, sınavları kazanmış olmama rağmen girmedim. Bu noktada içimde kalan bir şüpheyi de ilk defa dile getirmek istiyorum. Benim ağır disiplin uygulanan ortamdan dolayı bir protest yanım oluştu, sanırım. Bu nedenle üzerime uygulanan baskı tam tersi etki yaptı. Yani "geri tepti". Devlet işlerini reddetme nedenim, dört bir yanımın bunlarla dolu olmasındandı. Hatta Beşiktaşlılığımı da buna bağlayabilirim. Düşünün Kafkas geleneklerini uygulayan anneannem ve dayımla başlayan ekibin tamamı Fenerbahçe taraftarıydı. Ataninemin bana "Biz Fenerliyiz" şeklindeki ısrarcılığını hâlâ unutmuyorum.

 

Biraz da inat 

 

  Siyasi çizgimde de bu etkiyi gördüğümü itiraf etmeliyim. Yine yukarıdan aşağıya hepsi "İsmet Paşacı" ekolüydüler. Süleyman Demirelci yanım ortaya çıkınca epey sorgulandım. Fatma Seher, yıllar yılı hep sol işaret parmağını -solaktı- sallayıp durdu; "Hem Beşiktaşlı, hem Demirelci haa.."

   Şimdi bakıyorum pek çok değişim var. Seçilecek alternatifler çoğaldı. Aziz Yıldırım'ın damadı bile Galatasaraylı.

 

Kaybolmayan Değerler

 

   Türk'ün en güzel yanı öğretmenine gösterdiği saygıdır. Arada bir iki istisna çıksa da bu özellik aynen kaldı. Yaşlılara hürmet de aynı şekilde. Unutmayın bunu hatırlatan ilk örneklerden biri Fatih Sultan Mehmet'in, yemeklerde sağına öğretmenini -lala- oturtmasıdır.

   Türkiye'nin neresine giderseniz gidin, bazı ritüellerin devam ettiğine tanık olursunuz. Odaya yaşlı biri girdiğinde ayağa kalkılır. Saygı ile eğilinir. Hele gelen öğretmense eli de öpülür.

    Göçebelik zamanlarından kalma bir başka özellik ise Türk'ün misafirperverliğidir. Güler yüzlülük ve fedakarlığın sınırı yoktur. Gelen misafire yemeğin en iyi tarafı ikram edilir. Konuk bir şeye hayranlık ifade etmişse, anında hediye olarak sunulur.

 

  Yaşayacaklar

 

  Kimilerinin cahil diye aşağılamaya kalktığı en fakir köylünün kapısını çaldığınızda bu mükemmel özellikleri bulursunuz. Hani tasavvufta bir laf vardır; "El aldı çınardan". İşte bu topraklarda en saygı gören ağaç Çınar'dır. Türk'ün kendine has örf ve ananeleri var oldukça pek çok ırkta bulunmayan Yüce Değerleri sonsuza kadar yaşayacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları