Türk’ün sembolü Bozkurt’u nasıl büyüttüm

Sayın okurlarım, muhtelif kültür toplantılarında genç okurlarımızın sorularını cevaplarken daha çok “Türk’ün sembolü Bozkurt’u nasıl büyüttüğüm” sorulmaktadır. Çünkü, bizim ulusal kimliğimiz nasıl “Türk Milliyetçiliği” ise, ulusal sembolümüz de “Bozkurt” umuzdur. Almanların kartal, Fransızların horoz, İngilizlerin arslan olduğu gibi.
Bizler, Bozkurt’umuzu paralarımızın, pullarımızın, okul armalarımızın, izci şapkalarımızın üstünde gördük. Ben, hayallerimin vazgeçilmez kahramanı Bozkurt’uma genç yaşlarımda Ankara’daki baba evinde kavuştum. Komşumuz tabelacı-ressam Emin amca, Etlik’teki üzüm bağında bulduğu çok küçük bir kurt yavrusunu, arzumu bildiği için bana hediye etti. Evimizin bahçesinde severek büyüttüğüm ayrı bir yaratık olan Bozkurt’umun adını  “Kürşad” koymuştum. Şımarmaz, okşanmak istemez, memnuniyetini belli etmez, kuyruk sallamaz, havlamaz, tabi olmayı istemez, yuvasından ayrılmazdı. Onu yakından tanıdıktan sonra, aslandan kediye kadar bütün hayvanların rol aldığı sirklerde Bozkurt’un niçin olmadığını daha iyi anlar olmuştum. Çabuk büyüdüğünden ve etrafı korkuttuğundan onu çalıştığım, inşa halinde olan bugünkü TBMM’ye götürdüm ve bodrum katında huzurlu mekana kavuşturdum. Üç, dört günde bir çilek sepeti dolusu işkembesini önüne dökerdim. Büyük inşaatta çalışan bütün ameleler ve ustalar Bozkurt’u görür görmez tanıyorlar ve korkularını ifade ediyorlardı. Bir gün Kürşad zincirlerini koparmış ve inşaatta dolaşmaya başladığından işçiler de iş yerini terk etmişler. Yöneticiler beni telefonla arayarak hemen inşaata gelmemi istediler. Büyük bir alan olan Meclis inşaatında ben ancak Kürşad gibi uluyarak, ona ulaşabildim. Bozkurt gibi uludukça o da aynen cevap veriyordu. Neticede buluştuk ve o da yuvasına tekrar kavuştu.
Yaşadığım olaylar ve anlatılanlar, beni tedirgin ediyor önlem almamı gerektiriyordu. Ondan ayrılmayı hiç düşünmediğimden ilk önce onu tehlikesiz hale getirme yolunu seçtim ve yırtıcı dişlerini kestirmeyi uygun buldum. Meşrutiyet Caddesi’ndeki bir veterinerle anlaştık. Karlı bir kış günü Kürşad’la yola çıktık. O bana değil, ben ona uyarak yürüyorduk. Sokaklardan ve caddelerden karşıya geçemiyor, her binanın dört tarafını dolaşarak diğerine geçiyorduk. Saatler sonra yolu ancak yarılayabilmiş ve neticede vazgeçerek geri dönmüştük. İnşaata girdiğimizde Kürşad’ın burnundan kan sızdığını gördüm ve korktum. Kürşad’ı direğine bağladım. Neticede aklıma Orman Çiftliği’ndeki hayvanat bahçesi geldi. Hem Kürşad yaşantısını devam ettirir ve hem de ben, olası bir tehlikeden kurtulurdum. Düşündüğüm gibi oldu. Görevliler, kendi usullerine göre tedbirler alarak bir kamyonla geldiler ve Kürşad’ı boynuna geçirdikleri demir çubuklu kıskaçlarla vasıtaya zorla bindirerek hareket ettiler. Ben ağlıyordum. Hayvanat bahçesi Amiri o yıllarda Hindistan’ın bize hediye ettiği “Mohini” isimli file karşılık onlara Bozkurt hediye etmeyi düşündüklerini, bakımlı olan bizim Kürşad’a bu görevi vereceklerini de ifade etmiş ve beni sevindirmişti. Ben de Kürşad’ı görmek ve hasret gidermek için pazar günü gittim. Kürşad, beni görünce sevinçten çıldırdı. Hasret giderdikten sonra, işkembeyi ikram ettim ve afiyetle yuttu. İkinci pazar günü yine aynı hevesle ona gittim. Fakat bu kere benim heyecanıma hiç cevap vermediği gibi yüzüme bile bakmadan demir kafeste dönmesine devam etti. İşkembeleri de yemedi. Ben Kürşad’ımdan böyle mi ayrılacaktım? Hüngür hüngür ağlamaktan başka yapacak bir şeyim yoktu. Onu yaptım. Ve Kürşad’ın asaletinden ders aldım. O günlerde hiçbirimizin fotoğraf makinesi olmamasından dolayı bu hatıramı sizlere görüntüsüz sunduğum için özür diliyorum.
Tanrı Türk’ü Korusun.  

Yazarın Diğer Yazıları