Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sadi SOMUNCUOĞLU

Sadi SOMUNCUOĞLU

Ülkeyi "evet" mi, "hayır" mı böler?

Önemli bir tartışma; neticede ülke bütünlüğü söz konusu. Bu bakımdan 16 Nisan halk oylamasının birinci meselesi bu olmalıdır. Endişeler tamam da, neden ve nasıl bölüneceğimizin izahı pek yapılmıyor. İddialar şöyle: 1) İnsanların yarısı bu anayasayı istiyor, yarısı da istemiyorsa, böyle bir anayasanın altında yaşamak zorunda kalınacak demektir. Bu ise ülkeyi bölünmeye sürükler. 2) Cumhurbaşkanına (tek adama) eyaletler kurma yetkisi veren anayasa teklifi, federasyonun (bölünmenin) kapısını açar." Bu görüşlerden birincisi yoruma, ikincisi nasıl sorusunun cevabına dayanmaktadır.  Önemli olmakla beraber neden sorusuna cevap vermiyor. Meselenin özü de burasıdır. Konuya bu açıdan yaklaşmak istiyoruz.

Elimizde bir anayasa değişiklik paketi var. Bu paket, yasama, yürütme ve yargı başta olmak üzere devlet kurumlarını "tek adama" bağlamakta ve "özerklik/eyalet" kurma yetkisi tanımaktadır. Tek adam yönetimini isteyen de,  Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yakın ekibidir. 2002'de iktidara geldiklerinden, hatta çok öncesinden beri bunun (eyalet/özerk /federe yönetim) mücadelesini verdiklerini biliyoruz. Bu özetten sonra neden sorusuna verilen cevaba bakalım. Kısaca diyorlar ki; "Millî/ulusal ve üniter devlet yapısı dar geliyor, büyümemizi engelliyor. Dünya federasyonlara gidiyor. Biz de buna uymalıyız." Bu izah, samimi olamaz, zira dünya iddia edilenin tam tersine gidiyor. Federasyonlar parçalanıyor, millî ve üniter devletler kuruluyor. Sovyetler Birliği, Yugoslavya, Çekoslovakya ve fiilen Belçika örneklerinde görüldüğü gibi. Demek ki, "tek adam"a eyalet/özerk yönetim kurma yetkisi, "dünyanın gidişine" uymak için değil, millî ve üniter Türk Devletini, "federasyon(!)" örtüsü altında dönüştürmek amacıyla verilmektedir. Bahçeli'nin ifadesiyle "federasyon bölünmek demektir ...ihanet demektir."

"Başkanlık veya Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi", hatta federasyon adı verilen rejim, aslında dünyada bir benzeri daha görülmeyen ve "keyfiliğe" dayanan "tek adam" yönetimidir. Bu konudaki çalışmalar çok eskiye gitmektedir. Bazı örnekler verelim:

Erdoğan'ın 1991 yılında merhum Erbakan hocaya verdiği "Kürt Raporu"nda aynen şöyle denilmektedir:

"'Kürt Sorunu'... gerçekte ulusal bir sorundur... herkese ana dilde eğitim haklarını verelim... devlet terörünü de kınayalım... devletin eleştiri üslubunu benimsememek; "bölücü", "terörist", "ayrılıkçı" vs. dememek ... Özal'ın ilk defa Kürt varlığını tanıdıklarını söylemesi "Federasyon da dahil her konu tartışılmalıdır" türünden demeçler vermesi... Celal Talabani ve Mesud Barzani'nin temsilcisiyle en üst düzeyde görüşmeler yapması, Kürt sorununun yeni bir bakış açısı temelinde konuşulmasına rahat bir imkân sağlamıştır."

Yine Erdoğan'ın 1993'te yapılan mülakatta ileri sürdüğü görüşler şöyledir: "Şu anda Türkiye Cumhuriyeti'nde 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. 'Türkiye Türklerindir' gibi tezler yanlıştır. Türkiye, Türkiye'de yaşayan herkesindir." ("2. Cumhuriyet Tartışmaları, s. 422, 1993"

Bu çok önceye dayanan belgeler, bin yıldır Türk Milletinin egemenliğine, millî devletimize ve milletimizin birliğine nasıl bakıldığını göstermesi açısından çok önemlidir. Türk Milletinin sosyolojik bir parçası olan Kürt kökenli yurttaşlarımızın ayrı bir millet gibi görülmesi, sorunun "ulusal" sorun (!) olarak vurgulanması hayret vericidir. Herkese ana dilinde eğitim verilmesi, PKK'ya "bölücü" ve "terörist" denilmemesi ve "devlet terörünü(!) de kınayalım", denilmesi, federasyondan bahseden Özal'ın Barzani ve Talabani ile üst düzey ilişkilerine dikkat çekilmesi, BOP merkezli bölücülük belasının kökleri hakkında kısa bir tarihçe niteliği taşımaktadır. 1993 mülakatında; "Türkiye  Türklerindir" denilmesinin yanlışlığı, devletin 27 etnik gruba ait olduğu iddia edilmektedir. 2002 sonrasında yaşanan acılar, ülkeyi etnisitelere göre ayrıştıracak yasal ve idari düzenlemeler, bölücü PKK terör örgütü ile yapılan gizli-açık anlaşmalar (Habur, Oslo, İmralı ve 28 Şubat 2015 Dolmabahçe mutabakatı) hatırlandığında, asılsız ve tehlikeli iddiaların uygulamaya konulduğu anlaşılmıyor mu? 

Aklını kullananlar, iz'an ve vicdan sahibi olan Türk Milletinin evlatları bu durum karşısında gerçekleri görmekte zorlanabilirler mi? Arada 15 Temmuz her şeyi değiştirdi diyenler çıkabilir. İyi de OHAL ve KHK'larla, kahraman Ordumuzun, yargının, devlet kurumlarının ve vatandaşların ne hale getirildiği görülmüyor mu? 2002'den beri duymaktan gına getirdiğimiz, "Türk", "Kürt" diye başlayıp etnik gruplara ısrarla vurgu yapılması, bugün de sürdürülmüyor mu? Soralım, "İbrahim-i millet" ne demektir? Yetkililer, kafaları karıştırmak için ümmet manasına millet sözcüğünü kullanıyor, bunu anladık da; milletimizin adının Türk olduğu, dinimizin adının İslam olduğu niçin açıkça ve iftiharla söylenmiyor, yoksa ayıp mı saylıyor. 

Gidişatı takip eden herkesin bildiği bu gerçeklere göre; eğer ülkemiz "tek adama" teslim edilir, eyalet/özerk bölgeler yoluyla federasyona geçilirse, artık bugünkü Türk devletinden bahsedilemez. Kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı, demokrasi ve hukuk devleti de ortadan kalkacağı için, Allah korusun, eşi benzeri görülmemiş karanlık bir döneme girmiş olacağız.

Yazarın Diğer Yazıları