Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Serap BESİMOĞLU

Serap BESİMOĞLU

Uşak muamelesine tahammül edemeyen bir milletin meydan savaşı...

Ya yok olup gidecektik, hasta Türk’ün ölümü olacaktı bu gidiş, ya da Mustafa Kemal’in ve Türk askerinin güçlü inanç ve iradesi etrafında bir yumak olacaktık. Sadece 30 Ağustos günü değil sonraki günlerde de bu büyük diriliş ve inancın gücünü siz sevgili okurlarımla paylaşmak istedim.
Türk’ün yüreğindeki özgürlük ve bağımsızlık ateşi tutuşacak; yokluk, kan ve gözyaşının içinden tekrar dirilecektik... Vatan, millet sevdalısı, o büyük insan Mustafa  Kemal “Bir gün yine gideriz” diyerek 8 Temmuz 1919 günü çıkardığı üniformasını tekrar giydi. Fırtına öncesindeki sessizlik kısa sürmüştü. Mustafa Kemal düşüncelerini 5 Ağustos 1921 günü orduya ve ulusa açıklamıştı. Hemen ardından “ulusal vergi buyruğu” yayımlandı. Her evden vatan savunmasına ve Mehmetçiğe ulaştırılmak üzere çamaşır, çorap, ceket, çarık ve mühimmat isteniyordu. Özellikle de cepheye bunları ulaştırmak için, araba, koşum hayvanları ve askerin karnını doyurmak için erzak, bakliyat, yiyecek depolamak gerekiyordu.

Silah yapımı için alet edevat, mermi vb. toplandı. Bunları da işleyebilecek ustalar saptanarak askerlik şubelerine bildiriliyordu. Üstelik Mustafa Kemal’in emriydi; tüm bu alınanların parası tüccara ve halka savaş sonrası ödenecekti...

İnanılmaz bir iş birliği ve kararlılık içinde halk Mustafa Kemal’in önderliğinde tekrar tekrar diriliyor, toplanıyor ve güçleniyordu. Bu savaş; “özgürlük benim karakterimdir” diyenlerin savaşıydı.
Bütün kaleleri zapt edilmek istenen millet, damarlarındaki asil kandan tekrar doğacaktı. İşte bu nokta da “biz kendi vatan toprağımızda şeref ve şanımızla yaşamak istiyoruz diyenler” vatanları ve gelecekteki aydın günleri için yalınayak ama tam yürekle, istiklal uğruna yollara düştüler.
Mustafa Kemal’in ve Anadolu insanının birlikte yaktığı çoban ateşleri büyüyor büyüyordu... Ulu önder 23 Ağustos 1921 günü şöyle seslendi halkına; “hatt-ı müdafaa yoktur. Sathı-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz onun için küçük büyük her cüzü tam (birlik) bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her cüzü tam ilk durabildiği noktada tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki cüzü tamın (birliğin) çekilmeyi mecbur olduğunu gören cüzü tamlar, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzi de (siperde) nihayet’e kadar sebat ve mukavemet’e mecburdur” diyordu.

26 Ağustos’ta başlayıp 30 Ağustos’ta Türk’ün, Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanan Büyük taarruz zorun başarıldığı tüm dünya’ya duyuruyordu. Bedeli ağırdı. 25 bin asker, 350 subay yitirilmiş 800 de yaralı subay ve binlerce asker yaralanmıştı. Hatta erlere günlerce birer avuç buğday dağıtıldığını duyan ulu önder ve karargâhtaki diğer komutanlar ve subaylar kendilerine sunulan tavuğu yemeden aç yatmışlardı. Evet, sevgili okurlarım, özellikle genç arkadaşlarımın dikkatini bu hassas noktaya çekmek istiyorum; böylesi günlerden geçilerek kazanılan bir özgürlük, vatan ve cumhuriyetin sahibiyiz bugün unutmayalım ki o insanlar olmasaydı bu gün bizlerde olmayacaktık, Türk Cumhuriyeti de olmayacaktı... Unutmayalım ki bu günlerimiz; acısını, sevincini, yokluğunu ve yiyeceğini, askeriyle, milletiyle bölüşen o özel insana ve kahraman Türk askerine borçluyuz. Ülke kuran sevdamız ve Vatanımız daim olsun...

Yazarın Diğer Yazıları