Uzlaşma şansı

BM temsilcileri ve Genel Sekreteri ile malûm “dost ülkeler” Kıbrıs meselesinin sene sonuna kadar halledilebileceği havasını yaymaktadırlar. Türkiye de bu kervana katılmış bulunuyor. “Her iki tarafta uzlaşma için irade varsa, uzlaşma olur” diyorlar sanki, Rum tarafında böyle bir iradenin bulunmadığını görmüyorlar, bilmiyorlar. O halde yeniden hatırlatalım: Akritas Planında  “hedef garantilerden kurtulmaktır; bunu başardığımız takdirde Enosis’in yolu açılmıştır” denmektedir. Bugüne kadar Rum liderliği “taktik gereği” her öneriyi görüşmüş ancak imzaya gelmemiştir. Neden? Çünkü Türk tarafı Garanti Anlaşmasını (son Talat-Hristofyas görüşmesine kadar) gündeme almamış, görüşmeler “garantiler devam edecek” esası üzerinden devam etmiş ve garantilerin esas nedeni olan Türk-Yunan dengesi ile içte iki taraf arasındaki eşit statüden taviz verilmemiştir.
ABD ile garantör İngiltere’nin eli kanlı Rum idaresini “meşru hükümet” olarak tanımaları gayri meşru Rum idarecilerinde Türk tarafı ile yeni bir ortaklık kurma ihtiyacını bırakmamıştır. Rum liderler 1960 anlaşmaları ile meydana gelmiş olan ortaklık devletini, yeni bir ortaklık kurmak için yıkmış değillerdi, tam aksine Kıbrıs’ın tümüne “demokratik haklarını kullanarak” sahip çıkmak için yıkmışlardı.
Onlara göre Kıbrıs Yunandır ve Kıbrıs meselesi 1974’de başlamış olan bir işgal meselesidir. O halde meselenin halli “işgalciden kurtulmakla ve işgale fırsat veren garanti anlaşmasını geçersiz addetmekle” mümkün olacaktır. Demokrasinin de yerine getirilmesi şarttır.
Türk tarafı “ikiye bölünmüş bir ortaklığın yeniden oluşması için eşit egemenliğinin kabul edilmesi” üzerinde dururken, Rum tarafı “var olan Kıbrıs Cumhuriyetinin, üniter bir devlet olduğu” yalanından hareketle “Türk askerinden ve garantilerden kurtulmak için üniter devletin anayasasını değiştirerek iki vilâyetli bir federasyona “lütfen ve büyük fedakârlık” yaparak razı olabileceğini” söylüyor.
BM ve diğer “meşru hükümet” olarak Rum idaresini destekleyenler iki taraf arasında konuya yaklaşımda sanki bu derin uçurum yokmuş gibi “uzlaşma yakındır; taraflarda irade varsa uzlaşma mümkündür” masalını okumaya devam ediyorlar. Rum tarafının “Kıbrıs meselesi 1974’de başlamıştır” yalanını bile düzeltmek gereğini duymuyorlar, tam aksine, BM Genel Sekreteri de İstanbul’da Türk makamlarının yüzüne baka baka Kıbrıs meselesinin 37 yıldır devam ettiğini açıklayabiliyor ve kimse kendisini ikaz gereği duymuyor.
Rum tarafı 1963-74 yıllarını hafızasından sildiğine göre, üniter devlet olarak varılacak herhangi bir anlaşmayı yeniden yok etmek hakkını elinde tutuyor demektir. Garantilere rağmen yaptıklarını, üniter devlet ve AB üyesi bir devlet olarak, garantisiz bir ortamda ne yapacağını düşünmek gerekir. “Görüşmelere devam; biz uslu tarafız; ambargoları kaldırınız yeter” diyerek kaybedilen yıllara yazıktır. Şimdi devam eden görüşmelerin akıbeti (Türk tarafı üniter demokratik garantisiz devlet formülünü kabul etmedikçe) geçmişteki görüşmelerin akıbetinden başka bir şey olamaz. 
Görüşme yolu ile meselenin halli, kuşkusuz, her iki tarafın iradesine bağlıdır ancak böyle müşterek bir iradenin oluşmasını engelleyen faktörleri bilmek ve bunlar halledilmedikçe boşuna kürek çekmekten ve Rum tarafına zaman kazanıp biraz daha “meşru hükümet” olma fırsatı yaratmaktan vazgeçilmelidir.
Rum tarafının gerçek ve kalıcı bir uzlaşma çizgisine gelebilmesi için BM Genel Sekreteri ile ABD-İngiltere gibi  “dostların”  Rum tarafına (1) 1963-74 yıllarının sorumluluğunu kabul ettirmeleri (2) Kıbrıs meselesi 1974’de başladı yalanından vazgeçmelerini sağlamaları (3) Rum idaresinin 1960 Antlaşmalarına göre Kıbrıs’ın tümüne hakim olamayacaklarını anlatmaları (4) Kıbrıs Türklerine eşit muamele yapmağa başlamalı ve (5) Kıbrıs’ın tümünün, Kıbrıs Türklerinin oluru alınmadan ve Türkiye AB üyesi olmadan AB üyesi olamayacağı vurgulanmalıdır. KKTC’ye uygulanan ambargonun kalkması, Türkiye’nin KKTC’ye uyguladığı gümrük mevzuatının derhal ortadan kalkması, Türk limanlarının KKTC limanlarına serbestçe açılması, BM Güvenlik Konseyinin her altı ayda uzattığı UNFICYP mandasını her iki tarafın rızası ile uzatması Rum liderliğinin aklını başına almasına ve Kıbrıs’ın mutlak sahibiymiş gibi ahkâm kesmesine son verebilir. İşte, ancak o zaman Kıbrıs meselesinin görüşme yolu ile halli mümkün olabilecektir. Yoksa, Sn. Eroğlu’nu “Talat’ın bıraktığı yerden ve aynı parametreler çerçevesinde görüşmeye zorlamak” hem kendisine, hem de Türk ulusuna karşı en büyük haksızlıktır.

Yazarın Diğer Yazıları