Vakit daralırken

Öfke, isyan ve ümit içeren şu satırları kaleme aldığımda 2016'nın başındaydık:

'Camia içi mesele' oldu mu ne de gür çıkıyor sesler değil mi? Eskiden minibüs arkalarında yazılırdı "Havan kime güzelim?" diye... Sahi havanız kime? 'Fikirde hür emirde robot' safsatasına teslim olduğunu zannettiğiniz yol arkadaşlarınızdan başka havanız kime?

Neden Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde sarı-kırmızı-yeşil paçavralarla gömülen Şerafettin Elçi Havaalanı var da Şehit Gün Sazak Havaalanı yok? Ama ondan kötüsü neden sizin böyle bir derdiniz yok, neden bundan ar etmiyorsunuz?

İdeolojik olarak sadece Türkiye'ye değil, dünyaya nizam verme iddiası taşıyan milliyetçiler neden büyük düşünme kabiliyetlerinden mahrum kaldılar da büyük hedeflerin çok çok uzağına savruldular?

***

Bu durum geleceğin doğru yapılandırılması adına topyekûn bir muhasebeyi gerektiriyor hiç kuşkusuz... Yıllar önce Mamak'ın işkencehanelerinden geçmiş bir dedenin, torununun elinden tutup Metin Tokdemir Olimpiyat Stadı'na maça gittiği bir Türkiye neden olmasın meselâ?

Yurda gelmek için Frankfurt Havaalanı'ndaki uçuş bilgilerini kontrol eden bir gurbetçi o elektronik tabelaya baktığında Alparslan Türkeş Havaalanı'nı okusa...

Süleyman Demirel'in, Bülent Ecevit'in, Necmettin Erbakan'ın, Abdullah Gül'ün, Tayyip Erdoğan'ın adlarının bulunduğu üniversiteler zincirinde Muhsin Yazıcıoğlu'nun adı da görülse...

Milliyetçiler tarihlerinde çıkaracakları ilk Başbakan'ın eliyle, ülkenin en büyük ve en estetik câmisinin temelini atsalar, adına da Dursun Önkuzu Câmii deseler... Sağını solunu da AVM dolduranlara, sucuk-dönerden ibaret medeniyet tasarımcılarına inatla Osman Turan Enstitüsü gibi yapılarla donatsalar... Büyük şehirlerde Gökalp, Enver Paşa, Atsız kürsüleri kursalar... Necati Bayır İnsanlık Müzesi açsalar...

Yılmaz Güney gibi bir katilin Siverek'te heykelinin dikildiği bir ülkede, şehirlerdeki en güzel bulvarlara parklara Ümraniye'de katledilen beş işçinin adlarını nakşetseler... Adana'daki öğretmenlerin, Hikmet Tekin'in ve diğerlerinin...

Tiyatro salonlarına, viyadüklere, tünellere, köprülere 'tarih'in hak verdiği ama 'talih'in görmediği kahramanlarının adlarını koysalar, kıyamete kadar yaşatmak için...

***

Çok mu zor? Büyük düşünme özellikleri ve hedefleri olmamışlar için çok zor görülebilir... Eğer hayal kurma özelliğinizi ve azminizi kaybetmişseniz bu zorluk daha da artabilir... Önce inanmak lâzım, tarihî tecrübeyi ve azmi kuşanarak inanmak...

Milliyetçiler sağlıkla atlatmaları gereken en kritik eşikteler şimdi... Konuya "Zaten dünyada milliyetçi partilerin oranları üç aşağı beş yukarı belli, bundan iyisi Şam'da kayısı" rahatlığında bakanların daralttığı ufukların açılması ve büyük düşünülmesi gerekiyor... Zaten bütün mesele yenilgileri 'kalıcı kimlik' hâline getiren ruh hâlinin aşılmasında...

Arka bahçede oyalanmaya mahkûm 'ihtiyaç akçesi bir milliyetçilik' değil, 'yöneten milliyetçilik'se doğru olan, büyük düşünmek bir mecburiyettir... Ve vakit daralmaktadır...

***

14 Şubat 2016'da vaktin daraldığını söylemişim... Şimdi biraz daha daraldı... Ümidimi kaybetmiş değilim...

24 Haziran, takvimlerdeki son günü göstermiyor... Ondan sonra da hayat devam edecek... Milletvekili adaylığını hiç düşünmemiş birisi olarak, aday olan, listelerde iyi yer bulan veya bulamayan, 'merkez'dekilere 'hile hakkı' düşerken, kendilerine yine 'çile hakkı' düşen ve partilerde 'altını olanın kuralı koyduğu' düzenin mağdur ettiği ülkücülere rahmetli Galip Amca'nın şu satırlarını hatırlatayım:

"Gün gelir, ecel hükmünü icra eder, ülkücü dünyasını değiştirir. "Kalabalık" o'na acır, daha iyi yaşamış olmasını temenni eder. Halbuki o, inançları uğrunda yaşamanın hazzını tadamadıkları için ömrü boyunca "kalabalık"a acımıştır."

***

Gün, bugünden ibaret değil... 24 Haziran'la birlikte belirsizliklerle dolu yeni bir sürece giriyor Türkiye... Milliyetçilere hem söz hakkı, hem de omuzlarına daha büyük yük düşecek bir sürece...

Yazarın Diğer Yazıları