Vatan yahut Türkçe...

Yahya Kemâl "Bugünkü Türkçe" başlıklı makalesinde şöyle der: "Vatan fikri bizde dâimâ vardı; fakat Namık Kemâl'in, bu fikri kalbimizde yeni bir nefesle uyandırdığı günden beri daha uyanığız. Onun vatan fikrini uyandırdığı gibi, bir diğer Türk şairi çıkıp da lisan fikrinin kutsîliğini uyandırsaydı, bize gösterseydi ki: Bizi ezelden ebede kadar bir millet halinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçe'dir, bu bağ öyle metin bir bağdır ki vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar; Türkçe'nin çekilmediği yerler vatandır."

Ne mutlu bize ki vatan fikri 7'den 70'e hepimizin gönlünde mukaddes bir ateş gibi parlamaktadır. Gencimiz yaşlımız, vatan için canımızı fedaya her an hazırız. Gönlümüzdeki bu mukaddes vatan fikrinin fitilini ateşleyenin de Namık Kemâl olduğunu biliyoruz. Lakin ne yazık ki bir başka şairimiz/yazarımız da çıkıp lisan (dil) fikrinin yüceliğini, hatta "dil"siz vatanın olmayacağını zihinlere nakşetmedi, edemedi. Oysa:

"Korunması gereken önce dildir//Dilsiz yurt; taştır, çakıldır, kildir." (Li-müellifihi)

Sadece insanların değil, lisanların da kaderleri vardır. Talihi bir türlü yâver gitmeyen kara bahtlı insanlar misali, dünya dili olması gereken Türkçe'yi; dün Arapça-Farsça'nın, bugün de İngilizce'nin istilası altında görmek ne büyük acıdır.

Türkçe'nin talihsizliği alfabe değişiklikleri ile başlar. Dünyada hiçbir dil Türkçe kadar çok alfabe (Göktürk, Uygur, Arap, Latin) değişikliği yapmamıştır. Yani Türkçe ilk yarayı alfabe değişiklikleri yüzünden almıştır... Bu yetmemiş gibi dilimiz özellikle 15. asırdan itibaren artan bir hızla Arapça ve Farsça'nın etkisi altına girmiştir. Öyle ki 17. yüzyıl Dîvân şairi Nâbî bile bu duruma:

"Ey şiir meyânında satan lafz-ı garîbi//Dîvân-ı gazel nüsha-i kâmûs değildir." diyerek isyan eder.

20. yüzyıl başlarında Ömer Seyfeddin'in "Yeni Lisan" makalesindeki mâkul tekliflerinin gerçekleşmeye başlamasıyla derin bir nefes alan Türkçe, 1930'lardan sonra -adına ister arı dilcilik deyin ister öz Türkçecilik, ne derseniz deyin- bir de "uydurmacılık"la boğuşmak zorunda kaldı.

Cumhuriyet sonrasında yapılması gereken; "Batı'dan giren/girecek kelimelere Türkçe'nin yapısına ve âhengine uygun karşılıklar bularak dilimizin Fransızca ve İngilizce'nin istilasına uğramaması için gerekli tedbirleri almak" olması gerekirken, "kelime, cümle, eser, imkân, ihtimâl, cevap" gibi herkesin bildiği, kullandığı Türkçeleşmiş Doğu kaynaklı kelimelere karşılık bulma yoluna gidilmiştir ki bu, uydurmacılığın art niyetli bir hareket olduğunun açık delilidir. Nihad Sami Banarlı'nın da dediği gibi: "Medeniyetler, dahil oldukları ülkelere kelimeleriyle birlikte girerler. Fakat bizim gibi, dil mevzûunda çok acı tecrübeleri olmuş bir milletin, hem de bir dil inkılâbı havası içinde, bu yabancı kelime akınına bu derece kayıtsız davranması affedilmez dalâlettir. Türkiye'de dil politikacılarının dilde hiçbir millî ve ciddî endişeleri olmadığını bu dalâlet, açıkça belli eder. Onların bütün maksadı dilimizde, müşterek İslâm medeniyetinden Türkçeleşmiş kelimelerin imhâsıdır. Bu imhâ, bizi bir zamanlar sahibi ve hâkimi olduğumuz yakın şark medeniyeti asırlarındaki zafer ve şeref sahifelerimizden uzaklaştıracak, Türk çocuklarının o büyük günleri hattâ kelimelerde bile hatırlamasına tam engel olacaktır."

Bugün özellikle "Fen ve Sağlık Bilimleri"nde yapılan Yüksek Lisans ve Doktora tezlerinde kullanılan Türkçe kelime oranının %25'lere düştüğü dikkate alındığında Türk aydınlarının, Türkçe'nin uğradığı yabancı kelime istilasına -yukarıda işaret edildiği üzere- Nâbî kadar bile hassasiyet göstermediklerine şahit olmaktayız.

Maalesef insanlar içinde yaşadıkları ortamın olumsuzluklarını hissedemiyorlar. Geriye dönüp baktığımızda Arapça ve Farsça'nın, Türkçe'yi nasıl etkisi altına aldığını görebiliyoruz. Lakin günümüzde Türkçe'nin nasıl İngilizce istilasına uğradığının farkında değiliz. Türkçe'nin içine düştüğü bu vahim durum belli kişi, kurum ve kuruluşların üstesinden gelebileceği cinsten bir sıkıntı değil. Dilimizi İngilizce istilasından kurtarabilmek için başta yazarlarımız olmak üzere topyekûn bir seferberlik ilan etmemiz gerekir. Bu seferberliğin öncüsü de gayet tabii Türk Dil Kurumu olmalıdır. Sahi TDK ne iş yapar?.. 

Yazarın Diğer Yazıları