Vekâleten Savaş'ta Türkiye'nin yeri

Suriye iç savaşı, süper devletlerin birbirlerine karşı doğrudan silah kullanmadığı ve temsili güçler üzerinden yürüttüğü ‘Vekâleten Savaş’(Proxy War) kavramını izah için verilebilecek güncel bir örnek. Öncekilerden farkı; yeni dünya düzeninde Rusya ve Çin’in kısmen perdeleme yaparak İran’ı öne çıkarması ve yanısıra bölgesel bir aktör olarak Türkiye’nin pazarlık masasına oturma hırsıdır.
Doğu-Batı kampları arasındaki duvarlar yıkılırken geleneksel ‘düşman’ kavramının da içeriği değişmeye başlamıştı. Saldırganın beyaz bayrak çektiği bir ortamda ‘Savunma Paktı’iddiasıyla kurulan NATO da haliyle anlamını yitirmişti. Neyse ki(!) El Kaide imdada koştu ve Kuzey Atlantik İttifakı’nı ‘belirsizlik dönemi’nden kurtaracak sembolik de olsa düşman ihtiyacını karşıladı. Ancak sömürgecilik dönemlerinden kalma, hidrokarbon kaynaklarına ulaşma ve değerli madenlere el koyma ihtirasları bir türlü yatışmadı. Batı ve Doğu bloklarına yön veren savaş baronları postmodern çağa uygun yeni yöntemler geliştirdi.
Amerikan tröstleri, İngiliz holdingleri, Rus oligarkları ve bunların hepsiyle bir şekilde ilişkili Siyonist şebekelerin kavgaları hiç bitmedi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nın sonuçları kendilerini de sarstığı için soylu geçinen soysuzlar, Yalta Konferansı kararları doğrultusunda birbirlerine karşı, bir daha doğrudan düello meydanına çıkmadı. Bunun yerine şövalyelerini yahut tetikçilerini çatıştırdılar. Büyük güçlerin satranç tahtasında piyonlar birbirine kırdırıldı.
Kore’de, aslında Kuzey ve Güney iç savaşı değil, Doğu ve Batı’nın temsili harbi yaşandı. Küba ve Türkiye füze krizlerinde, İspanya ve Yunanistan iç savaşlarında, Vietnam’da, Bosna’da, Kosova’da, bugün ise Libya ve Suriye’de vicdanımız kanayarak izlediğimiz bu vekâleten yürütülen savaşlardır.
Rusya ve Çin, Suriye hükümetini değiştirmek isteyen ABD ve İngiltere’ye karşı Esad kozunu elde tutarak Akdeniz’e açıldıkları limanı korumaya çalışmaktadır. Türkiye ise sonuçları doğrudan kendisini etkileyecek bu paylaşım savaşında, Batılı dostlarına rağmen pazarlık masasında oturmak istemektedir.
Sömürü değirmeni, Şair Şeyhülislâm Yahya’nın  “Birbirine girdiler âblarla (sular) dolablâr / Âblar galip gelince döndü dolâblar” beytiyle anlattığı gibi işlemektedir. Toplumlar birbirine girmekte ancak emekçileri, garipleri, mustazafları ezen bu çark hep baronların, egemenlerin kasalarını doldurmaktadır.
Peki Türkiye bu çarkın neresinde? 1. Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri tarafından ezilerek parçalanan Türkiye, yanlış kulvarda yarışmaktan çıkardığı dersle 2. Dünya Savaşı’na doğrudan katılmadı. Fakat aynı başarıyı, vekâleten savaşın, topraklarında sahnelenmesi sırasında gösteremedi. 12 Eylül öncesinde sağ-sol kavgasıyla, 28 Şubat sürecinde Laik-İslamcı ayrışmasıyla vekâleten savaşı yaşadı. Şimdi de etnik temelli Kürt-Türk çatışmasına zorlanıyor. Neyse ki Anadolu’nun mayası sağlam, öncekileri aştı bunu da aşacaktır. Fakat 30 yıl önceden kalan sun’i sağ-sol kamplaşmasının bile izleri halen sürüyorsa, kendisine bir damar bulan etnik ırkçılık haliyle bir müddet daha bünyemizde dolaşacaktır.
Türkiye’nin ABD, İngiltere, Almanya, Rusya, Çin ve İran’la hatta İsrail’le doğrudan sorunu olmamasına rağmen, bölgedeki piyonlarını üzerimize salmalarının nedeni, sembolik dahi olsa kendi adına tezler geliştirmesi ve inisiyatif kullanmaya kalkışmasıdır. Gerçekten de savaşın asıl tarafları bir gün aralarında anlaşır ve Suriye’yi paylaşabilirler ancak başına buyruk kararlar almaya alışan bir Türkiye durdurulamaz... Suriye’de Türkiye’nin inisiyatifiyle bir değişim veya dönüşüm yaşanırsa bu Türkiye’nin bölgesel güç liginden ‘küresel güç’ ligine yükseldiği anlamına gelecektir. Buna ne İsrail, ne İran ne de bunları destekleyen süper güçler rıza gösterebilir! Bundan dolayı “Komşularla sıfır sorun” stratejisine kürtaj yaptırılmış ve bir ütopyaya dönüştürülmüştür!

Yazarın Diğer Yazıları