Verdiği sözü tutan başbakan!

Şüphesiz ki Erdoğan, verdiği her sözü tutan bir başbakan.
Tabii Türk milletine değil, ABD’lere, İsrail’e, AB’lere verdiği sözü tutan bir başbakan.
2006 yılı Haziran Ayında İstanbul Sanayi Forumu’nda, “Türk tarafına uygulanan izolasyonlar kalkmadan adım atmayız. Avrupa Birliği ile görüşmeler bu yüzden durursa durur” resti çekti. Aradan neredeyse yedi yıl geçti, AB’nin KKTC’ye uyguladığı izolasyonlardan bir tanesi bile kalktı mı? Kalkmadı?
Peki, Türkiye AB ile görüşmelerden vazgeçti mi? Geçmedi, her gün yeni bir fasıl açılsın diye atılmadık takla kalmıyor. Kıbrıs Türküne verilen sözde durulmadı, Avrupalının papaz heykeli önünde atılan imzasına sadık kalınmaktan milim inhiraf edilmedi.
Çok daha acı bir durumu, İsrail’in 9 Türk vatandaşını uluslararası sularda yüzen Mavi Marmara’da şehit etmesi hadisesinde yaşadık. Erdoğan’ın da bizzat ifade ettiği gibi bu bir “savaş sebebi”ydi. İsrail, Erdoğan’ın yönettiği bir Türkiye’nin kendisine namlu doğrultamayacağını iyice ölçüp biçmese böyle bir vahşete kalkışabilir miydi?
Kalkışamazdı.
Hadi savaş göze alınmadı, bari adamakıllı bir özür diletilebilseydi. Erdoğan Türk milletine, İsrail’den özür diletme sözü verdi. Eğer özür dilenmezse İsrail’le diplomatik ilişkiler kurulmayacaktı. Uzatmayalım, Suriye’deki gelişmeler İsrail için risk oluşturmaya başlayınca Yahudi lobisi ABD Başkanı Obama’yı devreye soktu, bir senaryo düzenlendi. Obama Erdoğan’ı aradı. Bu görüşme sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Mavi Marmara için Türkiye’den özür dileyeceği ve Erdoğan’ın da bunu kabul etmesi ricasında bulundu. Siz bu tür “rica”ların “nezaket ricaları” olmadığını bilenlerden olmalısınız.
Obama, Erdoğan’la görüşürken ahize Netenyahu’ya tutuşturuldu. Netenyahu da “Sayın Erdoğan Mavi Marmara’da bir hatadır yaptık” türünden bir şeyler söyledi ve “Tazminat ödemeye hazırız” dedi. Ve Erdoğan bunu “İsrail’in özrü” olarak içine sindirdi.
Elbette konuşmalar bizim tırnak içinde verdiklerimiz gibi değildir, amma mealen böyle olduğu aşağı yukarı “kesin”e yakındır. Hemen o dakikadan itibaren “İsrail Türkiye’den özür diledi” propagandası başladı. Hatta daha da ileri gidildi, “İsrail tarihinde ilk defa bir devletten özür diledi, o da Türkiye” propagandası aldı başını gitti. Hepsi de yalandı. İsrail başta ABD olmak üzere başkalarından özür dileyen bir devletti. Ve Türkiye’den dilendiği söylenen özrün de mahiyeti belli değildi. Özür dilediği söylenen İsrail, “Ben haklıydım, kendimi savundum” demeye devam ediyordu ve ne Başbakan ne Dışişleri, İsrail tarafından dilendiği söylenen özrün imzalı metnini kamuoyu ile paylaşmıyordu.
Demek ki İsrail dilediği özrü resmi bir yazıya dönüştürüp imzalamayı reddetmişti. Bugün ne İsrail ne Türkiye Dışişleri arşivinde böyle bir özür metni var. Hadi bunu da içimize sindirelim. Bir ülke başbakanının bir başka ülke başbakanı ile yaptığı telefon görüşmeleri kayıt altına alınmış olmalıydı. Hele böyle çok ciddi bir konuda.
Türk halkı defalarca, “Şu İsrail’in dilediği özürle ilgili telefon kayıtlarını bir dinlesek” demesine rağmen Erdoğan veya Dışişleri bu görüşmeyi kamuoyuna açıklama cesaretini kendilerinde bulamadılar. Velhasıl ortada özür yoktu, özür dilendiği iddiası vardı.
Özür var diyenler bunu millete göstermek zorundalar. Erdoğan, bu görüşme ile ilgili Obama ve Netenyahu’ya verdiği sözü de tuttu amma Türk milletine verdiği sözü tuttuğuna dair bir belgesi yok. Bana güvenin diyor. Oysa Erdoğan’a verdiği sözler konusunda güvenmememiz için pek çok sebep var. Türk milletine “PKK terör örgütü ile görüşmeyeceğiz, görüştüğümüzü söyleyen de şerefsizdir” diyen Başbakan’ın bugün en itibarlı kişilerinden biri “Sayın Öcalan”dır. Yani değerli büyüğümüzün verdiği sözleri tutma noktasında sicil sıkıntısı var.
Sonra, Öcalan’a verilen sözler de tutulmakta, Türk milletine verilen “görüşmeyeceğiz” sözü ise çöpe atılmış bulunmaktadır.
Sayın Başbakanın son ABD ziyaretine de bu zaviyeden bakmak zorunda kalıyor, doğrusunu söylemek gerekirse, ciddi endişeler taşıyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları