Vicdani ret

Vicdani ret; bir bireyin politik görüşleri, ahlaki değerleri veya dini inançları doğrultusunda askerliği reddetmesidir. Vicdani reddin yasal hal alması çok eskilere dayanmayıp, yirminci yüzyılın başlarına kadar uzanmaktadır.
İngiltere’nin 1916 yılında anayasasına koymalarıyla başlayan vicdani ret olayı, 1917 yılında Danimarka, 1920 yılında İsveç’te yasallaşarak devam etmiştir. Günümüzde ise İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu tarafından insani hak olarak kabul edilmiştir.
AB üyesi ülkelerden altısında zorunlu askerlik devam ederken, on yedi ülkede zorunlu askerlik uygulamasına son verilmiştir. Bu ülkelerde tamamen gönüllü profesyonel askerden oluşan ordular mevcuttur.
Tüm Avrupa Birliği üyesi ülkeler vatandaşlarına vicdani ret hakkı tanımış. Vicdani retçiler o ülkenin kamu kurum ve kuruluşlarında askerlik süresince görev yapmaktadır.
Bizde ise askerlik zorunlu olup, vicdani ret hakkı yoktur. Her Türkiye cumhuriyeti kimliğine sahip vatandaşımız, belirlenen süreler içerisinde askerliğini yapmakla mükelleftir. Herkes bu yasalara uyuyor mu diye sorulacak olursa, elbette cevabı hayırdır. Bu gün itibariyle bir kısım yasal boşlukların değerlendirilmesi ve kaçaklarla birlikte nerede ise kıtadaki asker sayısı kadar bakaya var. Gerekçe ise işini kaybetme korkusu, başkalarının yaşaması için ben niye öleyim düşüncesi, Türk düşmanlığı ve bölücülüktür.
Ülke yasalarına rağmen vicdani ret hakkımı kullanmak istiyorum diyerek askere gitmeyen vatandaşımıza gerekli yasaların uygulanması sonucu aldığı mahkûmiyeti AHİM’e taşımasıyla Türkiye cezalandırılmıştır. Ayrıca AB’nin uyum yasaları gereği ülkemizin de yasal olarak vicdani reddi kabul etmesi için aralık ayına kadar mühlet tanıması hükümeti harekete geçirmiştir.
Nedense aynı AB, müzakere başlıklarının açılarak görüşülüp karara bağlanıp Türkiye’nin tam üyeliği konusunda süre vermiyor. Sizler de bizim gibi profesyonel ordu oluşturun demiyor. Bildikleri halde görmezcilikten gelinen ise Türkiye’nin şartlarıdır.
Konumumuz itibariyle üzerinde yaşadığımız toprakları çevreleyen komşularımız adeta ateşle oynuyorlar. Suriye’deki çatışmalar, Irak’taki terör olayları, İran’ın rejim transfer çalışmaları, Ermenistan’ın toprak talepleri ve Rum’ların şımarık çocukluğu karşısında bizim ayakta durabilmemiz için güçlü olmamız gerekmektedir. Güçlü olabilmemiz için ise güçlü bir orduya sahip olmamız şarttır.
İç ve dış güçlerin Türkiye’yi etnik unsurlara ayırma çabaları devam ederken, insanlarımızı birleştirme harcı olan peygamber ocağında biz Türkler için mi nöbet tutacağız diyen unsurların vicdani retçi olması sonucu, görev sadece Türklere kalırsa, bu durum ayrışmayı körükleyerek ülkeyi bir iç savaşa sürükler. Her gün şehitlerin olduğu bir ülkede birilerinin yaşamı için benim çocuğum niçin ölsün diye düşünen ana babalar elbette çocuklarını askere göndermeyecektir. Durum böyle olunca bu vatanı kimin koruyacağını bilen varsa anlatsa da biz de öğrensek.
Bölücülerle, kendilerini Türk kabul etmeyen retçilerden kamu hizmetinde gereken verim elde edilecek mi? Eğer bu tipler hizmeti bir düşünce ürünü olarak görselerdi askere giderdi. Ha o büyük şehirlerin eğlence mekânlarında ahkâm kesenler, sözde siyasetçi, sanatçı ve işadamlarının çocukları acaba Çukurca’daki çocuk yuvasında hizmet verecek mi? Yoksa babalarının askerlik yaptığı gibi mi yapacaklardır.
Yok, bölücüleri oralara göndereceksen, geçmişteki rüşvetçi, görev kaçkını ve komünistleri sürgüne gönderip de gidenlerin bölge halkını kışkırtıp bu günün temellerini attıkları gibi, bugün de atılan o temellerin üzerine binaları mı çıkarttıracaksınız. Ayrıca o vicdani retçi bölücülerin dağa çıkıp da halka ve Mehmetçiğe kurşun sıkmayacağını kim garanti edecektir.
Kaldı ki bize bunu tavsiye eden AB ülkeleri değil mi ülkemde kardeş kanı akmasına neden olanlar. Onlar değil mi yaptıkları dayatmalarla Türkiye’yi bölünmenin eşiğine getirenler.
O AB ki bugün yaptıklarının cezasını çekip, her gün bir devletini iflası ile uğraşıyor. Unuttukları ise onların hesabı varsa mazlumun da Allah’ının olduğuydu. Allah aşkına bizim bunlardan alacağımız ne var ki halen kuyruklarından ayrılamıyoruz.
Bu yasayı hazırlayanlar vicdanen rahat mı?.. Halkın fikrini almaktan niçin korkuyorlar?.. Korkarlar, çünkü Türk halkı bunlar gibi düşünmüyor. Halkın izin vermeyeceği konuyu ise halka sormak intihardır. Eh bunlar ise kendilerini oralara taşıyan güçlere karşı sorumluluklarını yerine getirmek için o makamlarda olmak zorundadırlar.

Yazarın Diğer Yazıları