Vize krizini nasıl okumalıyız?

Vize krizini nasıl okumalıyız?
ABD'nin Türkiye'den gelen vize taleplerini askıya alması sonucu ortalık toz-duman... Peki bu süreci nasıl okumalıyız?

AHMET TÜRK/ turk1399.com

Yazar Ahmet Türk, vize krizine ilişkin hazırladığı analizinde çarpıcı ifadeler kullandı.

İşte Türk'ün o analizi:

11 Eylül 2017 Tarihli "ABD’nin Zafer Çağlayan Kararı Ne Anlama Geliyor?" başlıklı yazımızı şöyle bitirmiştim: "... Malumunuz 15 Temmuz’da ABD parmağı var iddiası ülke yöneticilerince dillendirildi. Bununla alakalı ciddi karinelerde var… Bizim yargımız da Türkiye’nin çıkarlarına zarar verdiği ve egemenlik haklarına ağır hasarlar verdiği gerekçesiyle dönemin ABD yetkililerini gıyabında tutuklasın! Türkiye’de “Mukabele bi'l-misl” hamle yapsın!"

Geçen hafta, darbe girişimiyle iltisaklı dâhili ve harici ABD’li askerî ve siyasî “asıl failler” malumken, ABD ile (kıyısından-köşesinden de olsa) “resmi” bir irtibat kurularak gönlümüzden ve fikrimizden geçtiği şekliyle, hem operatif hem de hukuki bir hamle yapıldı…

ABD Ankara Büyükelçiliği personeli olarak açıklanan Metin Topuz, MİT operasyonuyla yargı önüne çıkarıldı ve 15 Temmuz Darbe Girişimi'ndeki rolü ve FETÖ üyeliğinden tutuklandı! İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ABD Büyükelçiliği çalışanı M. Topuz’u tutuklamaya sevk yazısında; ABD'nin, darbe girişimcilerinin irtibatlığı olduğu istihbarat servisinin ait olduğu ülke olarak olduğu tescillendi. Bu elçilik görevlisinin de asıl faillere "aracılık görevi" üstlendiği ifade edildi…

Bu gelişmelerden sonra dün akşam saatlerinde ABD, Türkiye'ye yönelik vize işlemlerini askıya aldığını açıkladı. ABD Büyükelçiliği tarafından yapılan açıklamada, bu kararın nedeni ‘güvenlik’ olarak açıklandı. Bunun üzerine ABD’nin Türkiye'den vize başvurularının askıya alındığını açıklamasının ardından Türkiye de neredeyse kelimesi kelimesine aynı gerekçeleri içeren cümlelerle izah ettiği resmi bir duyuru ile ABD vatandaşlarının vize başvurularını askıya aldı.

Gerçi ABD’nin vize ve Bulgar sınırımızdaki üssüne ek asker konuşlandırma yapması gibi hamleleri, salt olarak elçilik çalışanı için yapılan karşı bir eylem olamaz herhalde… Âcizane, ABD'nin konsolosluk çalışanının tutuklanmasını cover/örtü olarak kullandığı düşünüyorum.

Olan bitenler daha çok; ABD ile bilhassa Kuzey Irak’taki askeri kapasitemize karşı CENTCOM+PKK kuşatması, Suriye’deki “Kürt Koridoru Mimarisi”, Türkiye’nin Rusya ve İran ile yakınlaşması, S-400 antlaşması vb. problem alanlarına kadar genişleyen durumun bir yansıması aslında… Düşünsenize, ABD, yaklaşık iki ay önce devirmeye çalıştıklarını itiraf ettikleri Venezüella Devlet Başkanı’nın Türkiye’yi ziyaretini bile kendisine karşı yapılmış bir 'meydan okuma' olarak algıladı!

Şimdi, ülkenin yarısı bu gelişmeleri “ABD bizden çekiniyor. Artık diz çökmek yok!” şeklinde okuyor, ülkenin diğer yarısı da ‘Rezil olduk. Dünyada herkes bizi dışlıyor’ diye okuyor… Ancak bu iki okumada yanlış!

Bu iki "yanlış" okuma aynı zamanda ülkemizin ne denli kutuplaştığının ve keskin bir şekilde ayrıştığının da açık alameti aslında… Oysa dünyadaki tüm dış mihraklar bir araya gelse bu ülke insanını böylesi "milli" konularda bile bölemezdi; sebep olanlar utansın!

Neyse...

Gelinen aşamada egemenlik haklarımızın ağır hasar almasında ve bekâ faktörlerimizin bu denli tehlikeyle yüz yüze gelmesinde en büyük kusur ve sorumluluk siyasi iktidarındır. Lakin Tıpkı S-400 hamlesi ve İran yakınlaşmasında olduğu gibi, Ak Parti Hükümetinin ‘ABD elçilik çalışanı hamlesi’ni ve ‘vize misillemesi’ni doğru buluyor ve destekliyorum. Üstüne üstlük son bir haftadır bu çerçevede yaşananları dış politik başarısızlık olarak niteleyenleri de haksız buluyorum.

Gelelim meselenin özüne:

Mesele; bağıra bağıra gelen, 'kimin elinin kimin cebinde belli olduğu', özde değil sözde müdahalelerle bir sonraki gündeme kadar soğutulmaya bırakılan, “Barzani Referandumu” değildir!

Asıl mesele; bizim Kuzey Irak’taki 12 ayrı noktada konuşlu beş bin civarında askerî kapasitemizi tamamen bölge dışına çıkarmanın startını veren CENTCOM- PKK-KYB askerî koalisyonunun tehlikeli hazırlığıdır.

Mesele, Astana görüşmeleri mucibince, İdlib'e intikal eden (TSK unsurları bu hamlede ‘harekât değil ‘intikal’ şeklinde konuşlanmıştır) askerimizin ateşkesi sağlamlaştırmak için kontrol ve gözlem noktaları oluşturması değildir!

Asıl mesele; CENTCOM-PKK-PYD ve türevlerinin, bilhassa G.Antep Karkamış’tan başlayıp Hakkâri’ye kadar ki sınırımız boyunca içeride ve dışarıda, tıpkı Suriyeleşme sürecinde yaşanılanlar gibi, müstakbel bir "halk savaşı" adına “rezerv alan stratejisi” uygulamasıdır!

Hülasa,

Türkiye, ABD’nin kötücül hedef sahasına dönüşmüştür. ABD/CENTCOM câri hasmımızdır. Sorun diplomatik müdahale alanlarını aşmıştır. Manzarası da ortadadır: Sınırlarımızda yığılan küresel askerî güç, yanında hacimli ve donanımlı bir hâle getirilerek birlikte askerî işbirliği yürütülen PKK ve türevleri...

Bu saatten sonra; Ya Türkiye CENTCOM’u bölgeden çıkartacak, ya da CENTCOM Türkiye’ye istemediklerini yaptırtacaktır!

Ülkemizi yöneten siyaset kurumun "Kötü ürüyen it, sürüye getirir kurt" hikmetli sözü mucibince; daha önce sıkça yaptığı gibi, şahsi oynamayı ve krizlerden iktidar üretecek fırsatların peşinde koşma huyunu terk ederek, TSK ile uyumlu bir şekilde tehdit ve tehlikelere karşı anında duruma vaz’iyed etmelidir!

Ülkemizi 15 yıldır tek başına yöneten mevcut siyasi iktidarın; işler kötüye gittiğinde sorumluluk almama ve bahane üretme hatta sanki muhalefetteymiş gibi şikâyet etme, iç politik manevra alanını genişlettikten sonra "geri vites" takma' gibi huyları da var maalesef... Bekâ faktörlerimizin bu denli tehdit altına girdiği bu günlerde siyaset kurumunun artık bu tarz-ı siyasetten hesapsız-kitapsız vazgeçme zamanı gelmiştir!

Ha Birde unutmadan...TSK, tatbikatlardan tutun harekât planlarına ve hamlelerine kadar Milli Savunma Bakanlığı (MSB) uhdesindedir. OHAL-KHK düzeniyle yetki, yürütme ve koordinasyon, sorumluluk, tümü siyaset kurumundadır. Varsa hata, siyaset kurumuna aittir, bunu da hatırlatalım.

Ne olur ne olmaz!