Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Serap BESİMOĞLU

Serap BESİMOĞLU

Vücudum şehrinde gönül dostu Mevlana!

Birleşmiş Milletler 1995 yılını dünyada Uluslararası Hoşgörü Yılı ilân etmişti. Şimdi ise tam 12 yıl sonra dünyayı Türk toplumunun yetiştirdiği dünya çapındaki bir kültür ve düşünce adamıyla buluşmaya davet ediyor. Doğumunun 800. yıldönümü dolayısıyla 2007  “Dünya Mevlana Yılı”  olarak ilân edildi. Bu haftayı ise (2-9Aralık) yine Mevlana haftası olarak kutladık.
Birçok kaynakta bahsettiği üzere Mevlana’nın yaşadığı dönemde, dönemin bilge kişisi yüce Atar şöyle demiş,  “Allah’a hamdolsun işte büyük bir nehir, arkasından kudretli bir okyanusu sürükleyerek geliyor.”  O büyük nehir Mevlana’nın babası, Sultan-ül ulema adıyla anılan Bahaddin Veled. O, babasının ölümünden sonra onun yerine geçer ama, asıl oturduğu makam gönüllerdir. Evini sevgi ile inşa eder. Sevginin olmadığı yüreği yürekten, içinde sevginin olmadığı dileği dilekten saymaz. Mevlana Celâleddin’e hangi cepheden bakarsanız bakın; onda hayalin yetişemeyeceği kadar hudutsuz bir enginlik görünür. Şüphe yok ki bütün değerleri yüksek benliğinde yoğurmuş eşsiz bir insandır. Özellikle yüreğini her şeyiyle ortaya koyduğu ölümsüz eseri  “Mesnevi” si bütün insanlık âleminin ruhuna sinmiştir. O yalan dünyada da ebediyete ermiş bahtiyarlardan biri olduğunu sezmiş,  “ölümümüzden sonra türbemizi yerde arama, bizim mezarımız ariflerin gönlündedir.” demişti. Hatta  “Mevlana’dan Seçme Rubailer” kitabından araştırırken edindiğim bilgiye göre; Ziya Paşa  “Harabat”  adlı eserinde büyük Arap, Fars ve Türk şairlerini sıralarken Mevlâna için şöyle demiş;
“Şair demek öyle ehli-hale
İsnad-i nakisadır kemale”
Yani Ziya Paşa’ya göre Mevlâna’ya sadece şair demek onun eriştiği kemal mertebesini küçültmektedir. Yine aynı kaynaktan aynen aktarıyorum, İran’lı büyük edip ve şair Hidayet Rıza Kulihan da şu düşüncededir;  “Mevlâna’nın şiirleri şiir değil, ancak şiir kavramının ötesinde yücelerden gelen tanrısal ezgiler, kutsal nefeslerdir.”  Bence de Mevlâna’ya göre şiir  “bir amaç değil bir araçtır.”  O araçla ilâhi aşka ve tanrısına kavuşuyor, o yolda her gün biraz daha yüceliyordu. Mum ışığında devam ettiği bu sonsuz yolda 13. yüzyılın Konya’sında kabul edilmesi zor esrarengiz bir derviş olan Şemseddin’le buluşması onun ilâhi yoluna daha büyük ışık tutan bir güneş olmuştur. Bundan böyle ilmi tam olan Mevlâna’nın gönül gözü de açılır. Artık aklıyla-gönülü bir etmenin zamanı gelmiştir.
“Zülfünü yakalasam bir gün Tamu’da eğer,
 Cennet hurilerinden belki bana ar gelir;
Beni cennet bağına götürsünler diyorsun;
Ama cennet alanı gönlüme pek dar gelir.”
“Bir sevgiliye doğru akıp gitmeyen gönül
Ancak yokluğa gider, başka bir yere gitmez.
Aşkın ağına düşen kumru ne mutludur ki;
Ne kadar kovalasan yuvasını terk etmez.”
Derken ve tanrı sevgisine akıp giderken, tek yoldaşı onun gibi hak aşığı olan Şemseddin’dir. Şemseddin’in ölümünden sonra dostunun yokluğuyla madde dünyasına iyice küser ve yüzünü tamamen mâna’ya döner.
“Şöyle ey can yoldaşım bensiz nasılsın bugün?
Sevgili gam ortağım bensiz nasılsın böyle?
Ben şu hazan rengimle sensiz üzgünüm üzgün.
Sen o bahar renginle bensiz nasılsın söyle!”
Başka bir dörtlükte yine seslenir Şems’e ve toprakla dertleşir.
“O nazlı sevgilinin mezarına uğradım.
Dertleştim güller gibi parlayan o toprakla
Seslendim mezarına aman ey toprak dedim.
O vefalı dostumu koynunda iyi sakla.”
Din, dil, ırk ayrımı yapmayan Mevlâna her şeyi ve herkesi Tanr’nın bir parçası olarak gördü. O insan-ı kamil, o bir büyük yürekte gönül dostu ve fakir bir kul olarak yaşamayı sevdi...Vücudum Şehrinde sevgi tahtına kuruldu...
Sevgisiz kalmayın değerli okurlarım.

Yazarın Diğer Yazıları