Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Adnan İSLAMOĞULLARI

Adnan İSLAMOĞULLARI

Ya mevcut durum.. Ya değişim…

Ülkücü Hareket adına bugün ortada mevcut bulunan 'siyâsî yapı'nın/yapıların ciddi bir idealizm ve fikrî kabızlık problemi vardır.

 

Peki, bu şartlarda 'başarmakla değil, mücâdeleyle mükellefiz' şeklindeki haklı ama oldukça naif bir retoriği nereye oturtacağız,nerede hayat alanı sunacağız bu retoriğe?

 

Ülkücü, milliyetçidir, ahlâkçıdır, dürüsttür, vatanseverdir, milletine kendini adamıştır...

 

Bu sıfatlara hâiz ülkücülerin yakın/uzak hedefleri nedir?

 

Meselâ devleti yönetmeye tâlip midirler?

 

Kendi üst yapıları, yani siyâsî partileri vâsıtasıyla yöneteceklerse devleti (ki başka bir yolu yoktur), piramidin altından yetişen ülkücü kadrolar üst yapıda müteselsilen yer almalıdırlar.

 

Peki böyle mi devam etmektedir süreç?

 

Tabii ki hayır!

 

Gençlik ve piramidin üstü arasında hiçbir bağ yok, hatta üst yapının tabanla da bir alâkası yoktur.

 

Hareketin başarısı yani iktidarı için beklenmesi gereken zamanın adı nedir?

 

Kırmızı kar yağınca veya ibibikler ötünce mi, balık kavağa çıkınca veya kızılcıklar olduğunda mı iktidar olacak Devlet Bahçeli'nin MHP'si?

 

Bu hareketin 'başarı tabelâsı' nereden okunur?

 

Genel Başkanının yüzünden veya tetikçisinin o berbat Türkçe'siyle twitter'da kestiği raconlardan mı, Genel Başkanına iktidardan yönelen iltifatlarından veya iktidarın havuz medyasının Devlet Bahçeli güzellemelerinden mi?

 

Traji-komedi bir yana…

 

Aslında yoğunluklu olarak bir 'devlet' ideali ve 'devlet kurgusu' üzerine binâ edilen Ülkücü Hareketin, devleti yönetme isteği veya ideali ya da hedefinin diğer yapılara göre çok daha kuvvetli olması gerekirken, yaşanan siyâsî başarısızlıklar ve ülkücü kadroların devletin yönetiminde değil, hep yanında yöresinde ikincil elemanlar olarak istihdam edilmesi bir paradoks olarak orta yerde durmakta…

 

Ülkücü Hareketin 'gaz ve fren ayarları'nı yapanlar  'icap ettiğinde' özellikle 'fren pedalını' çok stratejik(!) kullanıyorlar.

 

Eğer böyle ise, Ülkücü Hareket kendisine yakın (yelpâzenin sağ kesimi) siyâsî yapıların ya da devletin 'insan fideliği' midir, böyle ise mücâdeleyi neden dürüstçe kodlamıyoruz?

 

Ülkücülerden mürid olmaz, cemaatçi olmaz, ülkücülerden mücâdele adamı olur, devlet adamı olur, bürokrat olur. Bu kadar kadro yetiştiren (yalnız şahsî hafızalarımızdaki kadrolar iki-üç tane devlet yönetir) bir hareket niçin siyâseten bu kadar başarısız, bu kadar dağınık, bu kadar perîşân, bu kadar güdük, bu kadar dramatik, bu kadar pasif ve zaman zaman komik durumlara düşer?

 

Hayatlarında hiçbir risk almamış bir hareketin kadroları (AKP) yıllardır devletin bir, iki ve üç numaralı koltuklarında otururken, hayatlarını milletine adayan ve 12 Eylül'ün birinci derecede mağduru olan

Ülkücü Hareket neden hep fidelik vazifesi görmektedir?

 

Bunun sebebi yalnızca üst yapıdaki beceriksizler midir?

 

Cevap yalnızca bu değilse, daha fazla ve derinlikli muhasebeler yapmak, daha fazla düşünmek gerekir.

 

Biz, 'devlet yönetme' iddiamızı mübâlağalı kabul ederek, bu iddiadan rücû edip, iktidarların 'altyapı' sorumluluğuyla mı iktifâ etmeliyiz?

 

Bu da bir tercihtir, lakin bu şartlarda da hareketi, mücadeleyi doğru kodlamayı gerektirir.

 

Bir yanda devleti yönetme iddialarıyla ortalıkta adam diye gezinip, diğer yanda câmiaya "yine bana hüsran, bana yine hasret düştü" şarkıları söyletmek Ülkücülük değildir.

 

Kesin olan bir şey varsa o da, bu hareketin davulu hep ülkücü câmiânın sırtındadır.

 

Peki, tokmak kimin elindedir?

 

Asıl cevap gerektiren soru budur...

 

Eğer bu soru doğru cevaplanırsa, belki de her şeye sıfırdan başlamak için elimizde sahih bir gerekçe olabilir.

 

A. Hamdi Tanpınar, "Sıçramak için bir basamağa ihtiyaç vardır" der.  Davulun ve tokmağın Ülkücülerin elinde olacağı teminatını veriyor Sn. Merâl Akşener, bu sıçramak için başlı başına 'sağlam ve sahih' bir basamaktır.

 

Yıllardır hedefinin 'iktidar'  olduğunu söyleyen ama seçmende ve MHP tabanında 'Teyo Emmi' kadar inandırıcılığı olmayan bir Genel Başkanlık ve gettoya dönüşen yönetimi bir tarafta, "Cumhurbaşkanlığı, Meclis Başkanlığı, Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu koltuklarında ülkücüler oturacak" dediğinde ülkücülerin inancını, güvenini, heyecanını bir enerji köpüklenmesine dönüştüren ve ayağa kaldıran Merâl Akşener diğer tarafta…

 

İşte bu inanç, güven ve heyecânın oluşturduğu enerji köpüklenmesi ülkücülerin 'sağlam ve sahih' bir zaferinin ayak sesleridir…

 

Balgat statükosunu korkutan da budur…

 

Not: Cuma  günü Gemerek ve Tosya asliye hukuk mahkemelerinden alınan kararlarla ilgili yazı yazmaya ihtiyaç duymadım. MHP genel merkezinden, bütün il ve ilçelerden benzer kararlar almak için uğraşmak yerine,  adam gibi kongre salonuna gelip aday  çıkarmasını ve  ülkücü irâdenin tartısına çıkmaya ufacık bir cesaret göstermesini ve asıl mahkeme salonunun ve duruşmasının kongre salonu olduğunu anlamalarını bekliyoruz; gerisi beyhûde çabalar ve lâf-ı güzaftır...

 

 

Yazarın Diğer Yazıları