Yabancı yazarlara göre Atatürk'ün dini önemseyişi!    

Dünyamız ve özellikle bölgemiz bunca badireden geçerken hatta ülkemiz için tehlikeli sinyaller alınırken, düçar olduğumuz "referandum" çok şeyi yeniden akla ve gündeme getiriyor.

Üstelik, hiçbir zaman gönlümüzden çıkmayan Mustafa Kemal Atatürk'ün, yine bazı "malum" çevrelerce "istismar" edilmeye kalkışıldığı günler yaşanıyor.

Özellikle, "halifelik" ve "tek adamlık" istemleri sıralanıyor.

Oysa, bütün dünyanın bildiği gibi; Atatürk hiçbir zaman bu tür sıfatların hiç birini kabul etmediği gibi "ret" ettiği de zihinlerden silinmiyor.

Bu günlerde bu tür görüşleri okumamız ve öğrenilmesine vesile olmamız gerekiyor.

Bu düşünce ile Gotthard Jachke'nin, "Atatürk'ün İndinde Dinin Önemi" başlıklı yazıdan alıntı, günümüzün Türkiye'sine de ışık saçacak nitelik taşıyor;

"......../ Küçük yaşta askerlik mesleğine heves etti. Annesi buna gerçekten üzülmüştü! Askerlik hayatının uzun yıllarında, özellikle 1915 Çanakkale Savaşı sırasında, askerler için dinin büyük önemi olduğunu anlamıştı.

1917 tarihli; "Yeni Mecmua"da onunla yapılan bir konuşma vardı. Cennete girmeye hazırlanıyorlar, okuma bilmeyenler "Allah Allah" diye savaş çağrısını tekrarlıyorlardı.

Kurtuluş Savaşı başından beri dini bir anlamı taşıyordu. Yunanlıların "Haçlı Seferi"ne Türkler "Cihat" ile karşılık vermişlerdi. Mustafa Kemal imamlara savaşı "farzı ayn" olarak gösterme rolünün düştüğünü anlamıştı.

Kendisi de Allah'ın tehlike içinde bunalan millete gönderdiği "Gazi" olarak değerlendirilmişti. Talihin döndüğü Sakarya Savaşından sonra kendisine bu unvan verilmek suretiyle böyle biri olarak yüceltilmiş tüm İslam Aleminde, özellikle Hindistan'da hayranlık duyulmuştu. Onlara hitab ettiği 17 Mart 1920 tarihli beyanname şu sözcüklerle son bulmaktadır. "Allah'ın himayesi şefaati için yalvarırız" çoğu zamanda "Allah'ın hidayeti" için dua etmiş, bir zaferden sonra Allah'a şükretmeyi hiç unutmamıştır.

1 Mart 1921 tarihli yıllık raporunda Meclis'te şöyle diyordu; Cenabı Hak'tan cümlemize muvaffakiyet dua ederken hakkı beka ve istiklalimizi kurtarmak gibi bülent ve kutsi mücahede uğrunda ihrazı şehadet eden kardeşlerimizin mübarek ruhlarına da Fatihalar ithaf eylerim.

Mustafa Kemal başından beri hararetle arzu ettiği ileriye doğru bir gelişmenin olasılığını, ancak Batı uygarlığına uyarken, Şeriata bağlı kalmayacağını gerçekten görüyordu. Şeriatın kamu hayatından ayrılması (Laiklik), Hilafetin kaldırılmasının (3 Mart 1924) hemen ardından medreselerin ve şeriat mahkemelerinin kapatılmasıyla başladı, bunu İslam Aleminden önemli ölçüde ayıran, Latin alfabesinin alınmasına kadar uzun bir dizi modernleşme tedbirleri izledi. Mustafa Kemal'in asri ve medeni kavramların, ancak ilerici bir anlamda anlaşıldığı takdirde, Müslümanlıkla başlayacağı hususundaki görüşü başlangıçta belli idi. 1 Mart 1922 tarihli konuşmasında ilk defa bu sözcükleri kullanmıştı; "Terakkıyatı asriye milletlerin medeni ihtiyaçlarını tevsi, teksir ve tenvir ve bu ihtiyacatı medeniye ile mültenasip medeni hakların vucudunu iltizam eder.

Büyük bir açıklama seferine çıkıp (16 Ocak-24 Mart 1923) halkı bu hususta aydınlatma yollarını arardı. Ayın 31'inde şöyle diyordu "Allah'ın emrettiği şey, Müslim ve müslimenin beraber olarak iktisabı ilmü irfan eylemesidir. Hangi şey ki akla mantığa menfaati ammeye muvafıktır, biliriz ki o bizim dinimize de muvafıktır" diyordu. 1923 yılı Eylül ortalarında Fransız yazarı Maurice Pernot'ya şunu söyledi. "Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz... Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da böyle inanıyorum." Ve 1 Mart 1924'te Mutmain ve mesut bulunduğumuz diyaneti islamiyeyi asırlardan beri müteamil olduğu vechile bir vasıtai siyaset mevkiden tenzih ve ila etmek elzem olduğu hakikatini müşahade ediyoruz." dedi..../"  

Daha nice yabancı şahsiyet bu gerçekleri çoktandır belirtmiş bulunuyor.

Yazarın Diğer Yazıları