Yabancıya satılan tesisler ve sonrasındaki riskler

1985’ten sonra ANAP iktidarı tarafından başlatılan  “özelleştirme furyası”  en çok İstanbul’daki  “Sevda Tepesi’nin”  Araplara satılmak istemesi ile gündeme gelmiş ve müthiş bir kamuoyu oluşmuştu. Yani iktidarların yapısına, siyasi, ticari ve ideolojik bağlantılarına göre değişik isimler altında Arap Yarımadası’ndan petrol zengini şeyhlerin ülkemizden tesisler satın aldıklarını gördük ve görmeye de devam ediyoruz.
Yukarıdaki açıklamadan sadece Arap Yarımadası’ndan gelenlere olumsuz, diğer yabancılara olumlu baktığım gibi bir sonuç çıkarılmamalı. Ama Türkiye’ye yapılan yabancı yatırımların akıbetleri incelendiğinde değişik sonuçlara ulaşabiliyoruz. Mesela Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kısa yoldan yer altı ve yerüstü doğal zenginlikleri pazarlayarak zengin olan yeni yetme Asyalı zenginlerin, yaptıkları alımlar hep sansasyonel olmuş, harcanan paralar artı iş imkanları yaratacak alanlara değil, kişisel egoların tatminini sağlayacak unsurlara yapılmıştır.
Arap Yarımadası’ndan gelen petrol zenginleri ile Asya’dan gelenlerin ortak noktaları ne diye baktığımızda, hiçbirisinin kendi emek yoğun çalışmaları ile ürettikleri bir değerin olmamasıdır. Her iki grup da ülke kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda pazarlayarak zengin olmuşlar. Çok zor şartlar altında uzun yıllar çalışarak yeni bir şeyler üreterek zengin olmamışlar, zaten var olanı kendi denetimlerine alıp satmışlar. Artı değerleri de yönetimlerin onlara sağladığı avantajları kullanarak kendi hesaplarına aktarmışlar.
Ülkemizde “zarar eden Kamu İktisadi Kuruluşları’nın” satılması ile başlatılan süreçte, çember büyümüş yalnızca Kamu İktisadi Kuruluşları değil, özel sektör yatırımları da satılmaya başlanmıştır. Devletin sahip olduğu maddi değerleri satmaya başlaması bir anlamda özel sektör temsilcilerinin de elini güçlendirmiş, ellerindeki tesisleri yabancılara satmakta bir sakınca görmemişlerdir. Yani ülkemizde yıllarca baş tacı edilen, hükümetler kurdurup gazete ilanları ile hükümetler yıkan ayrıcalıklı sınıf, devletten kendilerine bir yaptırım gelmeyeceğini görünce, her türlü maddi değerini yabancılara satmakta veya paylaşmakta bir sakınca görmemiştir.
Büyüklerimiz boşuna dememişler “cahil arkadaşım olacağına, okumuş düşmanım olsun” diye. Muğla’nın Marmaris İlçesi İçmeler Beldesi’nde iki yıl önce Katar Devlet Yönetimi Kraliyet Ailesi Üyesi (Emir) Şeyh Nasser Ahmed Ali Al Thani’nin aldığı 5 yıldızlı otelin alım sonrası turizm faaliyetinde bulunmaması, hem devlet hem de özel sektör temsilcilerine en büyük dersi vermesi gerek bir olay olarak görüyorum.
Turizm konusunda hiçbir geçmişi ve referansı olmayan kişi veya kurumlara, sırf parası var diye bu türden tesislerin satılması, belki tesisi satan özel yatırımcıya kısa süreliğine zenginlik sağlayabilir, ama aslında düşünülmesi gereken konu, birkaç milyon dolara satılan bu tesisisin iki yıldır üretmediği hizmet ve artı değerlerle hem maliyemize hem de bölge ekonomisine verdiği zararın göz ardı ediliyor olması.
Devletin özellikle yabancılara satılan işletmelerle ilgili kanunları çok dikkatli yapması gerekmektedir. Mesela  “satın alınan tesis 2 yıl üst üste faaliyette bulunmazsa devlet tarafından tesise el konulacaktır” maddesi eklendiğinde, bakın o zaman yabancıların aldıkları tesislerin hangisi gayri faal durumda bekletilebilecek.

Yazarın Diğer Yazıları