Yakın kalsın; uzağa, daha uzağa!

Apartman komşum olan delikanlı bir broşür uzattı. 9. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları’na davet ediyordu. Biraz konuştuk. Memleketi Makedonya’da açılan Türk lisesinde okumuş bir Arnavut’tu. Burada öğrenci arkadaşları ile kalıyordu.
Aksansız ve akıcı Türkçesiyle Hacettepe Üniversitesi’nde okuduğunu anlattı. Onun da ideali dünyanın herhangi bir köşesinde açılacak okullarda öğretmenlik yapmaktı. Anadolu’da kazandığı ve güçlendirdiği Türkiye ve İslam sevgisini uzak ufuklara taşımak niyetindeydi. Âdeta beynim zonkluyordu. Yoksa o Türk’tü de ben mi yabancıydım...
Savaşsız ve kansız bir dünyanın, ancak “sevgi dili Türkçe ile konuştuğu” zaman kurulabileceğine inanıyordu. Yüreğindeki şefkat hâlesi ve davasını ötelere taşıma heyecanının titreşimleri yüzüne yansıyor ve tertemiz alnından okunabiliyordu. Konuşmasa bile hal dili yeterliydi.
Maalesef kabukla uğraşırken özden uzaklaşıyoruz. Aslında herbirimizin ideali Türkiye ve Türkçe sevgisini dünyada yaygınlaştırmak, sömürü ve menfaat çarkları arasında ezilen insanlara bir umut esintisi sunmak değil mi?
Anadolu’nun bağrından sayısını tahminden dahi aciz kaldığımız binlerce genç yeryüzünün hemen her yöresine nasıl bir motivasyonla gidiyor, yıllarca geri dönmüyor ve gittikleri yerde defnedilmeyi arzuluyor... Bu olguyu öylesine aslı astarı olmayan ve somut delillere dayanmayan komplo teorileriyle geçiştirmek mümkün değil.
Konunun özüne bakalım. Eski dünyanın yarısından çoğuna dağılmış sahabe mezarlarını, Ahmet Yesevi’nin alperenlerinin türbelerini hatırlayalım. Akademik bir makalede sadece Sivas’ta Horasan erenlerinden 66’sının türbelerinin belirlendiğini okumuştum. Zaten Anadolu da, adını Hoca Ahmet Yesevi’nin gönüllüsü Horasan erenlerinden “Kırmızı Ebe” anamızdan almamış mıydı? Peki oğlu Oruç Gazi’nin görevini bugün kim üstleniyor?
Sarı Saltuk, Emir Sultan, Yunus Emre, Hacı Bayram, Hacı Bektaş hangi düşünceyle maddi fetihten önce Rumeli ve Anadolu’yu manen kuşatmıştı? Bugünkü sınırlarımız bize yeter diyenler,  Belgrat’ta Şeyh Mustafa ve Budapeşte’de Gülbaba ve Bosna Hersek ile Romanya’da Sarı Saltuk türbelerinin niçin oralarda bulunduğunu tekrar düşünmelidir. Günlük siyasi çekişmeler asli davamızı unutturmamalıdır. Dün kılıç ve tüfekle tesis edilen düzen bugün bilgi ile inşa edilebilecek aşamaya gelmiştir. Süper güçler, sömürgeciler yerkürede oluk oluk kan akıtırken sadece izleyecek miyiz? Ben milletimizin asaletine güveniyorum.
Açılan okul ve Türkçe öğretim merkezlerini yalnızca bir kesime mal etmek isteyenler ise yanılıyor. Anadolu insanın mayasından kaynaklanan bir dinamizm var ve dün şunlar, bugün bunlar, yarın da başkaları bu davayı omuzlayacaktır. Kim olursa olsun bu iş şahısların ve grupların gücünün çok üzerindedir ve aslen köklü bir geleneğin dallarıdır.
Yarın Altınpark’ta, dünyanın 130 ülkesinden tanımadığımız ailelerin uçakla bile günlerce süren zahmetli yolculukla bilmedikleri, belki ismini dahi duymadıkları ülkemize gönderirken çocuklarını emanet ettikleri genç eğitimcilerin yüzlerine tekrar bakacağım. Daha önce gözbebeklerinde gördüğüm parıltıyı tekrar bulabilecek miyim diye...
Çocuklarını okul servisine bindirdiğinde kaygılanan veya üniversiteyi başka bir şehirde okumasına gönlü razı olmayan ebeveynler anlar meramımı... Çoğu insan öğretmenlik yapan yakınını evine daha yakın bir okula aldırmaya uğraşırken onlar uzağa, daha da uzağa diyor. Ne kadar asil bir milletimiz var. Nasıl da şanlı bir tarih ve mirası günümüze taşınan ulu bir davamız var.

Yazarın Diğer Yazıları