Yaparken de müjde, bozarken de...

Mesleğimin yeni dönem hastalığı oldu bu 'Müjde' lafı.. İktidardan geliyorsa her açıklama 'Önemli', iktidar yeni bir uygulamaya başlıyorsa, kesin 'Müjde.'

Arası yok.. "Türkiye, her açıklaması gerçekten önemli olan ve sürekli müjde veren bir iktidarın yönettiği ülkeye benziyor mu?"

Mesela, dünyanın her hangi bir yerinde yaprak kıpırdıyor.. Cumhurbaşkanı ya da Başbakan ya da bir Bakan, olmadı sarayın sözcüsü İbrahim Kalın bir açıklama yapıyor, tak, konserve başlık  manşetlerde:

-Şundan ya da bundan ÖNEMLİ açıklamalar..

Oysa, her sözü çok önemli bir iktidar olsa, her olayda etkili ve karar veren bir aktör olması gerekmez mi?

Oysa, her yeni uygulaması müjde olsa, milletin, mutlu, huzurlu ve refah içinde yaşaması gerekmez mi?

Her söz önemli ama dünyada takan yok.. Her yeni iş müjde ama mutlu olan yok.. (Nemalananlar hariç.)

***

28 yıldır şu mesleğin içindeyim.. O başlıkların altındaki sözlere bakıp da, "önemli" diyebileceğim o kadar az söz, o kadar az müjde var ki..

Alın size "TAŞERON" işçi haberleri.. Dünden beri internet sitelerinde, televizyon ekranlarında, bugün gazetelerde başlık aynı, "Taşeron işçiye kadro müjdesi".

Peki, taşeronluk sistemini getiren kim? AKP iktidarı.. Seçim yatırımı olarak, kısmen de olsa götüren kim? AKP iktidarı..

Getirirken "ÖNEMLİ" açıklamalar.. Götürürken "Müjdeli" haber.. Ne güzel İstanbul!

**

Peki o başlıkları atan meslektaşlarım ne düşünüyor acaba, bu otomatik başlık sistemi hakkında? Ben biliyorum ne düşündüklerini.. Hepsi isyanda.. Meslek adına isyanda, doğrular adına isyanda.. Gerçek adına isyanda..

Bakın size bir sır vereyim.. Cumhurbaşkanı ve Başbakanı takip eden ve bize her gün o önemli ve müjdeli haberleri veren meslektaşlarımın çoğu, otomatiğe bağlanmış hissediyor kendini ve mesleğini.. Bire bir biliyorum..

Çünkü aslında en iyi onlar biliyor, neyin ne olduğunu.. Ama dönüp topluma, 'Önemli' diyorlar, 'Müjde' veriyorlar.. Bugün olan biteni yarın daha ayrıntılı konuşmak üzere o meşhur dizelerle özetleyebilirim durumu:

"Herkes biliyor, geminin su aldığını.

Herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini.

Ve herkes biliyor, zarların hileli olduğunu".

Zıplayan abiler...

Mehmet Sarı adını şu ya da bu şekilde duymuşsunuzdur.. Duymayanınız varsa, son 1 yıldır televizyon izlemiyor demektir.. Çünkü hangi haber kanalını açsanız, birinde mutlaka bu abiye denk gelirsiniz..

Kendisi hukukçu olduğunu iddia ediyor.. Hukuk adına, adalet adına tek bir sözünü, tek bir duruşunu duymadım, görmedim.. Günahı vebali boynuna.. Vallahi ben kendisinin yalancısıyım..

İlginç bir arkadaş.. Her konuda bilgi, tecrübe sahibi.. Bilmediği konular, yalnızca henüz yaşanmamış olanlar, diyeceğim, ama onlara dair de, müneccimliği var..

***

Pazartesi günü CNNTÜRK ekranındaydı.. İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Ümit Özdağ'ın da katıldığı programda yine asli görevi için hazır bulundu; insicamı bozmak..

Bakın, bunca yılın iletişimcisi olarak söylüyorum, AKP ile organik bağı olmayıp da ekran ekran AKP savunan, sıkışınca da "Ben partili değilim" manevrasıyla lastik sesi çıkaran bu abilerin ortak özelliği bu.. Karşıt görüşlü biri, doğru sözlerle sazı eline aldığı an, gir araya ve insicamı boz..

Bu konuda eğitimli olduklarından ya da en azından ciddi telkinler aldıklarından eminim.. Dikkat buyurun, hepsinde aynı taktik..

Bu Mehmet Sarı adlı hukukçu olduğunu söyleyen kişi, o programda Ümit Özdağ'ı çileden çıkarmak için elinden geleni yaptı.. Fakat o gün nasıl bir sabır gösterdiyse Ümit hocam, abi bir türlü başaramadı..

Ta ki, "ZIPLAMAYA" kadar.. Şunlar şunlar söylenince 'Zıplıyorlar" dedi, Ümit Özdağ'dan sonra söz aldığında.. Ümit hoca oraya kadar sabredip not düştü:

-Ben zıplamam, zıplatırım..

***

Bu 'Zıplama' mevzuunun ardından, sosyal medyada, bu Mehmet Sarı abinin, bir yıl önce katıldığı bir başka programdan bir bölüm dolaşmaya başladı..

Çünkü o programda fena 'Zıplamış' abi..

28 Şubat'a dair bir anısını, acılı bir ses tonuyla anlatıyor ve diyor ki:

-Ben adliyede gözlerimle gördüm.. 28 Şubat günlerinde, başörtülü bir vatandaş sadece imza almak için kaleme girdiğinde kovuldu..

28 Şubat'ı mumla aratıyorlar ama yiye yiye bitiremediler hâlâ 28 Şubat sermayesini..

Bunu anlatırken araya meslektaşım İsmail Saymaz giriyor:

-Yalnız anlattığınız olayın tarihiyle sizin meslek yaşınız uyuşmuyor..

Gerçekten, 28 Şubat 20 yıl önceydi.. Bu Mehmet Sarı abi ise 12 yıllık avukat.. Dolayısıyla arada 8 yıl gibi küçük bir zaman farkı var..

Gerçi 8 yıl dediğin nedir ki.. Sayılı gün çabuk geçer.. Ama ne diyor biliyor musunuz, hukuku katledenleri alkışlayan bu hukukçu abi:

-Ben o zaman stajyerdim..

Güler misin ağlar mısın?

Ortaokul yıllarında stajyer avukatlık yapabilen bir hukuk dehası varsa ülkede, hukuk niye bu kadar çaresiz?

**

Önce "Avukat olarak şahit oldum" dedi.. Sonra yaş tutmayınca "Stajyerim" dedi.. Ona da yaş tutmayınca, "Neyse" deyip kapattı mevzuyu..

Karşısındakiler, bu yalanı daha fazla yüzüne vurmaya utanıp sustu.. Bu abi yaptıktan sonra bir de sıvamaya, utanmadı..

**

Uzun lafın kısası, Ümit Özdağ hocam "Zıplatırım" dedi ya, bence gerek yok..

Programdan sonra dikkat etti mi bilmem ama, bu arkadaşların yürüyüşü bile zıplaya zıplaya.. Fıtratlarında var yani..

Yazarın Diğer Yazıları