Yeni Türkiye Cumhuriyeti!

Hep yanılmayı istediğim bir saplantım var: “Bu memleket kıyamete kadar rahat bırakılmayacak.” Sanki kendini gerçekleştiren kehanet gibi. Geceleri devletler kurup, fantastik hayallerle uykuya daldıktan sonra ertesi gün karabasanlarla uyanmaktan bıkıp usandık. Keşke Mehter Takımı misali üç adım ileri atıp önce sağa, ardından üç adım daha ilerleyip sonra sola bakarak yürüyebilsek de hem sağımızdan ve solumuzdan bizi seyredenleri selamlasak hem de arkada kalanları göz ucuyla olsun kontrol edebilsek.
Büyük düşünmeyi bıraktıktan sonra dar alanda kısa paslaşmalarla günü kurtarmaya çabaladık. Hep gulyabanilerle, devasa düşmanlarla korkutulmaktan histerik bir ruh haline düştük. Geleceğin inşası adına zihnimizde oluşturulan travmalar neredeyse tabiatımız haline dönüştü. Öfkemiz aklımızın önüne geçti. Algı yönetmenleri için kolaylıkla yönlendirilebilecek kitleler haline döndürüldük.
27 Mayıs’ta İkinci Cumhuriyet, 12 Eylül’de Üçüncü Cumhuriyet kuruldu. Şimdi de Yeni Türkiye Cumhuriyeti (YTC) kuruluyor. TBMM Uzlaşma Komisyonu çalışmalarını tamamlayabilirse Yeni Anayasa ile YTC resmen ilan edilecek. Zaten Başbakan Erdoğan ‘Yeni Türkiye’ kavramını sıklıkla kullanıyor. Paramız da artık yeni TL... Fakat neyse bu ‘Yeni Türkiye’nin, içi bir türlü doldurulamadı. Başkanlık sistemine mi geçilecek yoksa temsili demokrasi olarak mı kalınacak? Üniter yapı korunacak mı, yahut AB çatısı altında egemenlik uluslararası mekanizmalarla mı paylaşılacak?
2004 yılında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları T.C. kanunlarından hatta Anayasa’dan bile daha üst konuma getirildi. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) aldığı son karara göre, takdir yetkisini AİHM doğrultusunda kullanmayarak “Türkiye’nin AİHM’de mahkûm olmasına neden olan hâkim ve savcıların” terfisi olumsuz etkilenecek. Bu durumda egemenlik kayıtsız şartsız milletin midir?
YTC’nin ekonomik modeli şöyle böyle yürüyor. Ancak kültürel, sosyal, eğitim ve güvenlik noktasından neler öngörülüyor, açıklanmıyor. Çünkü YTC’nin sahipleri de bilmiyor! En küçük engelde tökezleyip kalıyorlar. Açılım acemilikleri, Habur fiyaskosu, karakol baskınları, Uludere faciası, MİT-Emniyet (Yargı) krizi vs sorunlarda hükümet hemen sallanıyor. Rehberleri kimse, her seferinde hükümeti bataklığa sokuyor ve burunlarına kadar batıyorlar. Stratejik programları ve sorunlar karşısında kullanacakları alternatif A, B, C... planları olmadığı bir çırpıda anlaşılıyor. Süreci hangi oranda kontrol edebildikleri bile tartışmalı yöneticilerin elinde, ülke ne kadar emniyette kalır, şüphe doğuruyor.
Sorunun diğer boyutu muhalefetin bu süreçte etkisiz elemana dönüştürülmesi... Siyasi ve ahlaki komplolarla nefesi kesilen muhalefet kendisini telef etti. Uzun bir süre kendisine gelmesi de mümkün görünmüyor. Sivil toplum ise kurumlaşamadığı için inisiyatifi ele almakta aciz kalıyor. Çoğu araştırma merkezi ve düşünce kuruluşu da, angaje oldukları kurumların tahakkümünden kurtulamıyor. WikiLeaks sızıntılarının bulandırdığı tartışmalar, “bilgi temelli” bir kurum olma iddiasındaki düşünce kuruluşlarının hükümete ve dış yönlendirmelere ne kadar açık olduğunu gösteriyor.
Peki biz ne yapıyoruz? Türkiye’nin dünü, bugünü ve yarınına ilişkin uzun vadeli ve kapsamlı rapor hazırlayan kaç kurum var? Yıkmak, devirmek ve batırmak kolaydır. Fakat yerine neyi ikame edeceğiz?
Artık ülkenin dinamik güçlerini dinamit yerine kullandırtmayalım. Yıkım ekipleri yerine yapım kadroları yetiştirmemiz gerekiyor.

Yazarın Diğer Yazıları