Yılanı deliğinde bırakmak!

Geçen hafta, bizdeki devlet geleneğinin kardeşi kardeşe kırdırarak toplumu yönetmek gibi bir çarpık anlayışla sosyal hadiselere sözde çözümler ürettiğini ifade ederek,  “Silahsız örgütlere karşı planınız var mı?”  diye sormuştum. Konunun hassasiyeti, üzerinde daha fazla durmayı gerektiriyor.
Ülke için kamplaşmalarda, çatıştırma yerine çözümü seçen ’yeni Türkiye’belli ki ya zihniyet değiştirdi ya da taktiksel bir manevra yapıyor. Çünkü girdiği yeni yol artık eskisi gibi basit yöntemlerle yürünmeyecek kadar meşakkatli ve sabırlı bir yolculuğu gerektiriyor. Şimdi çileyi vatandaşla birlikte devlet de çekecek! Peki devlet yetkililerinin bu kadar uzun, inişli çıkışlı bir yolculuğu tamamlamaya nefesi yeter mi? 
Eskiden tarlayı yılanlar işgal etse fareler serbest bırakılır, fareler çoğalınca kediler, kediler etrafı sarınca köpekler ortalığa salınırdı. Şehirleşmesini tamamlayamamış her göçebe toplulukta olduğu gibi avcılığı da iyi bilirdi eski devlet yöneticileri... Avcı keklikleri ortaya salınır, ötmeye bırakılırdı. Çevresini yaban keklikleri sarınca avcı, sese gelenleri avlamaya başlardı. Sonra bir sonraki ava kadar kendi kekliğini kafesine koyardı. Fakat her iş ustalık gerektirir. Zararlılara karşı gereğinden fazla kedi köpek salar yahut avcı kekliğini gereğinden fazla öttürürseniz çevrede baş edemeyeceğiniz yeni sorunlar türer.
Tıbbın temel ilkelerinden,  “hasta yok hastalık var”  anlayışı ülkemizde de gelişiyor. Yani herhangi bir hastalığın seyri insandan insana değişir. Afrika sıtması ile Türkiye’deki sıtma bir olmadığı gibi Avrupa’daki terör de bizdekiyle aynı özellikleri göstermez. Avrupa toplumları için yeterli bir çözüm Asya’da işe yaramayabilir. Bizim bünyemizi kemiren bir kanser diğerlerinkine benzemez. Kanser ve ölümcül hastalıkların tedavisi için en geçerli yöntem vücudun doğal bağışıklık sisteminin güçlendirilmesidir. Zamanında koruyucu hekimliğin gereği yapılmadı, sosyal ve moral illetlere karşı bünyemiz savunmasız bırakıldı. Sağlıklı bir sosyal yapı ise köhne yöntemler, demode modellerle kurulamaz.
Devlet 1990’dan sonra sağda ve solda silahlı eylemlerle öten avcı kekliklerinin hemen hepsini kafesine tıktı (veya tıkmak zorunda bırakıldı). Fakat dilediği sonuçlara ulaşamadı. Dağda silahlı siyaset ile düz ovada siyasetin sınırlarını doğru dürüst ayıramadı. Şimdi bunu başarabileceğine dair de elimizde fazla bir veri yok. Üstelik şimdi avcı kekliklerini özgürlük bülbülleri olarak yutturmaya çalışıyorlar.
Mevlana’nın Mesnevi’de anlattığı bir papağan hikayesi vardır. Bir tüccarın çok sevdiği bir papağanı vardır. Uzak diyarlardan bilmeden kendi eliyle getirdiği bir hileyi papağana iletir. Papağan da bu hileden dersini çıkarır, ölü taklidi yaparak kafesten kurtulur. Tüccar bu hileyi nasıl yaptığını sorar. Ağacın dalına konarak kendini garantiye alan Papağan,  “Sevgili efendim o Hindistan’da gördüğün papağan benim selamımı alınca düşüp ölmüş gibi yaparak bana bu haberi gönderdi. Ben de gördüğün gibi onun dediğini yaparak hapisten kurtuldum” der.
Türkiye acemi siyaset mühendislerinin elinden çok çekti. Oyun kurucular gerçekten planlarının önünü ardını düşünerek yürütüyorlarsa ne âlâ! Bize bu memleketi miras bırakanlar, kim bilir ne kadar göz nuru döktüler, ne dertlere katlandılar. Osmanlı imparatorluğunun yıkılış dönemi neslinin hatalarını ise kendi çocukları ve torunları çekiyor. Eğer bugünküler aynı hassasiyetleri göstermezse, korkarım fatura çocuklarımıza çıkarılır.
Evet bazen yılanı fareye parçalatmak veya girdiği deliğe el sokmak yerine orada bırakmak daha akıllıca olabilir. Yeter ki çıktığı deliği kapatın, orada yuvalanıp üremesine izin vermeyin. Yoksa...

Yazarın Diğer Yazıları