Zil çaldı

Bu yıl da eğitim-öğretimin çalan son ziliyle birlikte, tatil başladı dense de öğrencilerin tamamı gibi eğitim çalışanları da tatile çıkmamıştır. Bu sistemle bir çok çocuğumuzun bırakın tatile çıkmasını, evden bile dışarı çıkma şansı bulunmamaktadır. Çocukların kimi not yükseltme, kimisi tamamlama, kimisi SBS ve kimisi de üniversiteye hazırlık için harıl harıl çalışmak zorundadır. Diğer kesimin de genel ekseriyeti imkânsızlıklar nedeniyle evde pinekleyerek okulların açılmasını bekleyecektir.

Bu nasıl bir eğitim anlayışıdır ki, çocuklara çocukluklarını yaşama ve oyun oynama şansı vermeksizin adeta yarış atı gibi koşturur olduk. Bu yanlışlığı, ancak ilerleyen zamanlarda bireylerde oluşan kişilik bozukluğu sonucu anlayabiliyoruz. İnsanlarımızı, adeta sesi gür çıkan içi boş tenekelere döndürüyoruz. Neden kolaylaştıran değil de, zorlaştıran oluruz diye düşününce, biat eden insanlar yetiştirmek için olduğu çok net anlaşılmaktadır.

Yoksa bu kadar programlarla oynanır, mevzuat değişikliğine gidilir mi? Adı millî olan bakanlık millilik vasfında uzaklaştırılır mı? Asıl öğretmen adayları dururken, sırf yandaşlara iş bulma adına iki yıllık yüksek okul mezunları derse sokulur mu? Hiç bir meslekte vekillik olmadığı halde okullara vekil, ücretli ve usta öğretici adı altında öğretmen görevlendirilir miydi?

“Dindar nesil yetiştireceğim” derken, kötü alışkanlıkların alabildiğine arttığı, çetelerin oluştuğu ve tembelliğin ödüllendirildiği öğrenci grupları oluşturulur muydu? Sınav kazanma adına çocuklar koşturulurken, veliler yoldurulur muydu? Liseye girebilmek için  kilometrelerce ötede okullar arattırır mıydık?

İçinde “Ne mutlu Türk’üm” kelimesi geçiyor diye andımız kaldırılıp, bir yerlere şirin gözükürken, ruhsuz insanların yetiştirilmesine gidilir miydi? Değişik dillerde okullar açarak insanlar çocuk yaştan itibaren ayrıştırılıp, kiminin dağa çıkmasına, kiminin IŞİD’e katılmasına vesile olunur muydu?

Öğretmenlik gibi ulvi bir meslek için “yan gelip yatma yeri” denerek aşağılanmaya gidilir miydi? Yandaş sendika kurdurtup öğretmeni pazarlayanlar ödüllendirilerek vekil yapılır mıydı? Eğitim çalışanı açlığa mahkûm edilerek ailesi, öğrencileri ve toplum karşısında boynu bükük dolaştırılır mıydı? Yedi bin müdür, elli bine yakın müdür muavini görevden alınarak iş bilmeyen yandaşlara kapı açılmasına gidilir miydi? Bununla da yetinmeyerek yüz binlerce öğretmeni rotasyon adı altında sürgüne tabi tutar mıydı?

Tabii ki, tüm bunlar yapılırken paradan başka bir şeyden anlamayan bir zihniyetin ülkeye olan hakimiyeti sonucu, ben bilirim ve benden başka büyük yok mantığının olmasıdır. Halbuki, padişahlık dönemlerinde bile cuma günleri sarayın önünde “Gururlanma padişahım senden büyük Allah var” diye bağırtılırken, bugün demokrasilerde olmaması gerekenler yapılmaktadır. Adeta halk aptal yerine konmuş, bir şeyden anlamayacağı ve anlasa bile kendi ifadeleriyle “Bir kaç gün konuşur unuturlar” mantığı yatmaktadır.

Zil öylesine bir acı çalmış ki, genciyle, velisiyle ve öğretmeniyle ey iktidar yıllardır ben çok zulüm çekip acılar yaşadım, sense beni yok saydın, reform adı altında eğitimi bitirip geleceğimi kararttın, öyleyse tatile çıkma zamanı sana geldi demiştir. Her karanlığın bir aydınlığı olacağı gibi, şafak söktü gün ışımaya başladı ve her şey görülmektedir demiştir.

Dileğimiz o ki çalan bu zil kaderimizin yeniden çizilmesine, ülkemizin refahına, insanlarımızın mutluluğuna vesile olur. Bu zille birlikte herkes dersini alır ve geleceği iyi okurlar.

Yazarın Diğer Yazıları