Medya Arkası (02.09.2016)

Medya Arkası (02.09.2016)
Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde Adli Yıl açılış töreni, Efkan Ala'nın istifası, FETÖ soruşturması, Kılıçdaroğlu'nun açıklamaları, Mehmet Alkan'ın ordudan ihracı ve Kürt koridoru vardı.

Bağımsız yargı / Taha Akyol / Hürriyet

ADLİ yıl bu sene, daha önce hiç görmediğimiz şekilde açıldı.

“Devlet geleneklerimize” çok değer veren Yargıtay Başkanı Sayın İsmail Rüştü Cirit niye “Külliye”yi tercih etti?

Elbette Cumhurbaşkanı Külliyesi “devletin ve milletin”dir, “milletin mekânı” bile denilebilir. Fakat Meclis daha çok “milletin mekânı” değil midir? Orada hiç adli tören yapılmadı; yapılamaz.

Zaten bu konuda belirleyici norm “bina”nın kime ait olduğu değil, “kuvvetler ayrılığı” ilkesidir.

Meclis “yasama” erkinin en yüksek makamı olduğu gibi, Cumhurbaşkanlığı da “yürütme” erkinin en yüksek makamıdır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, adli yıl töreninin “yasama” ve “yürütme” makamlarının dışında yapılmasını gerektirirdi.

Madem Yargıtay binası yeterli değil, Danıştay veya AYM’nin salonlarında yapılsaydı hiç siyasi tartışma konusu olmazdı.

***

CHP’den beklenen / Melih Aşık / Milliyet

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun şu sözleri önemli:
“Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’nun, bir çetenin emrine girmesi kabul edilemez. Ne olduğu belirsiz toplama bir orduyla Türkiye ordusunun ittifak yapması kabul edilemez. Türk askerinin tek başına Cerablus’a girme gücü var. Türk ordusunun bir çetenin emrine girmesi, onun gölgesinde kalması kabul edilemez” diyor..
Sözler önemli de... Nerede söylüyor bunları? Partisinin basına kapalı MYK toplantısında... Biz bize...
Genel Başkan başka konulara da değiniyor... Örneğin polise başörtüsü takılmasını da birkaç cümleyle eleştiriyor.
CHP’nin 2,5 saatlik MYK toplantısından dışarı sızdırılanlar bu kadar. Oysa bunlar şu sırada birkaç cümleyle geçiştirilemeyecek kadar önemli meseleleridir...
CHP milyonlarca seçmeni tarafından Türkiye’nin yönetiminde görevlendirilmiş partidir. Yönetimde sorumluluğu vardır.
Suriye ile ilgili konularda olsun, polislerin türbanı, KHK uygulamaları veya benzer konularda olsun,  seçmenine düşünce istikameti vermesi ve onun duygularına tercüman olması zorunludur.
Bu işi de MYK toplantısı gibi kapalı mekanlarda değil kamuoyu önünde gümbür gümbür basın toplantılarıyla yapmalıdır.
Ya da partinin görüşü gün be gün bildirilerle kamuoyuna açıklanmalıdır. CHP’nin 12 milyon seçmeni partisinden ülkenin çıkarlarını ve Anayasa’yı aktif ve cesur şekilde savunmasını bekliyor.

ALA 

Efkan Ala’nın görevden ayrılma nedenleri konusunda tahminler muhtelif... İki hafta önce basın toplantısında “17/25 Aralık’ta 81 ilin 74’ünün emniyet müdürü FETÖ’cüydü” diye bir itirafta bulunmuştu ama kendisi de 2007’den itibaren 5 yıl Başbakanlık Müsteşarlığı görevinde bulundu. Yani son 9 yıldır devlet içindeki yapılanmadan sorumlu bir noktadaydı.
Ala, daha önce Güneydoğu’da uzun süre valilik yapmıştı.
Yerine gelen Süleyman Soylu ise bir sigortacı. Ne kamu yönetimiyle ilgisi var, ne de emniyet ve asayiş üzerinde bir çalışması bulunuyor. Göreve getirilme sebebi sadece Erdoğan ile uyumlu çalışıyor olması...
Soylu’nun görevde özellikle ilk başlarda çok zorlanacağı söylenebilir.

***

Yenikapı kodları CHP’yi zorluyor / Burhanettin Duran / Sabah

Her yeni siyasi durum, değişimi içerdiği kadar eskinin alışkanlıklarını da bünyesinde taşır. 15 Temmuz sonrası siyaset kurumunun yeni bir ortama girdiğini söylüyoruz.
Milletin iradesinin tecellisi olarak kutuplaşmanın yerini uzlaşma ve işbirliği ortamının almakta olduğunu vurguluyoruz. Ancak siyasi aktörler rekabet ile uzlaşmayı sentezleyen bir yolda yürümek zorundalar.
Darbe girişimi ortamında kutuplaşmanın "sembol siyasetine" ara veren iktidar- muhalefet rekabeti yeniden ortaya çıkıyor.
Elbette yeni bir formatla, yeni imkân ve zorluklar eşliğinde...
Somut örnekler emniyette başörtüsünün serbest bırakılması ve adli yıl açılış töreni oldu.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu adli yıl açılış töreninin Beştepe Külliyesi'nde yapılmasına "kuvvetler ayrılığını" ve "yargı bağımsızlığını" ihlal ettiği gerekçesiyle karşı çıktı ve toplantıya katılmadı. Bu gerekçeyle yetinmedi.
Külliye'nin "kaçaklığını" gündeme getirerek kutuplaştırıcı sembol siyasetine devam sinyalleri de verdi.
Dahası, CHP sözcüsü Böke, MHP Genel Başkanı Bahçeli'yi "Erdoğan rejimine" omuz vermekle suçladı ve "isterse kendi parti kongresini, sarayın bahçesinde" yapabileceğini söyledi. Bu eleştiriye MHP Genel Başkan Yardımcısı Yalçın'ın cevabı sertti: "demek ki CHP Yenikapı mitingine katılırken samimiyetsizdi" ve "CHP ya HDP ağzını terk etsin ya da açıklamalarını Kandil'den yapsın." Cumhurbaşkanı Erdoğan ise konuya oldukça yumuşak yaklaştı: "Dostlarımızdan Yenikapı ruhuna uygun bir şekilde hareket etmelerini bekliyorum." "Erdoğan rejimi" suçlaması CHP'nin bir muhalefet alanı olarak "Erdoğan karşıtlığı sermayesini" diri tutma çabası.
Altında yatan şey ise muhalefetin giderek Erdoğan'ın yörüngesine girdiği endişesi...

***

Cübbenin düğme deliği… / Bekir Coşkun / Sözcü

Yargıçlar, savcılar, avukatlar “külliyede” toplandılar.…
Hepsinin üzerinde kutsal cübbeleri vardı.…
Cumhurbaşkanı içeri girdi.…
Herkes iliklemek için cübbede
düğme deliği aradı.…
Koymamışlar.…
Ayağa kalkıp alkışladılar.…

(Buraya kadar OHAL'e uygun yazabildim, şu andan itibaren kendimi tutamayacağım.)

Tarafsız ve hukuka bağlı kalacağına yemin etmiş bir Cumhurbaşkanı'nın yaptığı konuşmada, o hukuk adamlarına sorması gerekmez miydi:
“Türkiye'ye yeni gelmediniz.… Cübbelerinizi de yeni giymediniz.… Türkiye bir kumpasın içinde yok edilirken, mahkemeler, savcılıklar, yargıç kürsüleri cemaatin elinde birer hukuksuz infaz makamına dönüşürken niye sesiniz çıkmadı?… Şimdi adeta alkışlayarak diyorsun ki aferin, yargı masum insanları hapishanelere doldurup, üç sene, dört sene, beş sene hücrelerde çürütürken, kimisi hücrelerde can verirken niye bir tekiniz çıkıp itiraz etmediniz?…”

Hukuku tüm insanlara eşit ve tarafsız dağıtacağına ant içmiş yargıçların ve savcıların da kalkıp Cumhurbaşkanı'na sormaları gerekmez miydi:
“Sen neredeydin?.. Yargıyı cemaate kim teslim etti?… FETÖ'cü yargının; yurtseverlerin, cumhuriyetçilerin, Atatürkçülerin, aydınların, gazetecilerin, şerefli askerlerin, masum suçsuz insanların yaşamlarını karartıp haksız infaz yaptığını bilmemen olası mıydı, Çinliler duydu da… Pekiii; şimdi yine tarafsız ve adil yargılama yapacaksak, AKP iktidarının sembolü şu külliyeden başka salon mu yoktu memlekette?…”

***

FETÖ’cüler general, amiral oldu ama “Mazlum Mehmet” albay olamadı!.. / Uğur Dündar / Sözcü

Türkiye onu, şehit yüzbaşı kardeşi Ali'nin cenazesinde, çözüm sürecini sert sözlerle eleştiren konuşmasıyla tanıdı.
En acılı gününde milyonların isyanını haykıran ağabey, arkadaşları arasında “Mazlum Mehmet” lakabıyla tanınan Yarbay Mehmet Alkan'dı…

FETÖ'cülerin 15 Temmuz darbe girişimini yıllar önce sanki gözleriyle görmüş gibi yazan ve bu nedenle başına gelmedik kalmayan Yard. Doç. Dr. Sinan Kocaoğlu, Kara Harp Okulu ve Ankara Hukuk'tan arkadaşı Mehmet Alkan'a neden “Mazlum Mehmet” denildiğini şöyle anlatıyor:
“Mehmet, üsteğmen rütbesiyle Antalya-Kemer'de İlçe Jandarma Komutanlığı yapıyordu. Günün birinde, Jandarma Genel Komutanlığı'nda ikinci adam konumundaki bir korgeneralin eşinden, on çuval dolusu eski elbise ile bir mektup geliyor. Komutan eşi mektubunda, çuvallardaki elbiseleri otellerde düzenleyeceği kermeslerde satmasını, parasını da bilmem ne vakfı adına göndermesini istiyor. Bizim saf Anadolu çocuğu Mehmet mesajı alamıyor! Çünkü bu konularda tecrübesi yok!.. Çuvalları gerisin geri Ankara'ya gönderiyor. Vay sen misin bunu yapan! Kemer'e atanalı daha bir hafta bile olmamış Mehmet, turizm cennetinden, çok uzaklardaki küçük bir ilçeye sürgün ediliyor! Bunun üzerine Mehmet de AYİM'de dava açıyor. Dava duyulunca bu kez başka bir yere tayini çıkıyor! Mehmet işi anladığında çok geç oluyor! Son bir umutla Ankara'ya, Genel Komutanlık'taki Tayin Şube Müdürü Kurmay Albay'a gidip diyor ki:
“Ben davamı geri alayım, Kemer'e vermeyeceğiniz belli ama hiç olmazsa mağduriyetimi giderecek bir başka yere tayin edin” diyor. Albay da “Tamam, sen davanı çek, gereğini düşünürüz” cevabını veriyor.
Mehmet sözünü tutuyor ve davasını geri alıyor. Ama o da ne? Hop bir tayin daha!..
Bu kez daha uzak bir bir yere yolluyorlar!..
Mehmet de o gün bugündür, jandarma teşkilatında “Mazlum Mehmet” olarak anılıyor!..”

Mazlum Mehmet son zulme bu yılki tayin ve terfilerde uğruyor!..
Sırası geldiği ve hukuken hiçbir engel bulunmadığı halde albaylığa terfi ettirilmiyor!
Evet yanlış okumadınız! FETÖ'cüler bile general ve amiralliğe yükselirken, şehit ağabeyi, kendisi de vatanı uğruna şehit olmaya hazır, yiğit Anadolu çocuğu Mehmet Alkan'a hakkı olan albaylık rütbesi çok görülüyor!
Üstelik makul bir gerekçe de gösterilmiyor!..

***

Yargı, istifa ve kumpas! / Güngör Mengi / Vatan

Öncelikle İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın beklenmedik istifasına değinelim.

Efkan Ala başarılı bir İçişleri Bakanlığı dönemi geçirmedi.

O süreçte çok sayıda terör eyleminde, bombalı saldırılarda asker-sivil birçok vatandaşımızı kaybettik.

Darbe girişimi dahil olmak üzere her büyük olayda “istihbarat ve önlem eksikliği”nden söz edildi.

Bunları Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Hükümet üyeleri de sık sık dillendirdi.

Halkın can ve mal güvenliğinin “her şart altında” sağlanamadığı bir ülkede önce İçişleri Bakanlığı, valiler ve genelde Hükümet sorumlu tutulur.

Türkiye’de istifa mekanizmasının “başımıza gelen her şeyden sonra” hala çalıştırılmaması, hatası görülenlerin istifasının istenmemesi, hesap vermek üzere yargı karşısına çıkarılmamaları” benzer yanlışların devamına sebep oldu.

Fetö ihbarı, darbe girişimi

İki örnek verelim:

Birincisi FETÖ’nün kumpaslarına hedef olarak cezaevinde yıllarını kaybeden, sağlığı ağır şekilde bozulan, aileleri yıllarca sıkıntı yaşayan, onurlarıyla oynanan generaller, amiraller, subaylar…

Bu askerlerin yaşadıkları ve anlattıkları; Öncelikle Eski Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in ve hatta mevcut Başkan Hulusi Akar’ın sorgulanmasını gerektirir.

Necdet Özel “kendisine açıkça FETÖ üyesi askerlerin isimleri bildirilmesine rağmen” onların terfisini sağlarken, ihbarları yapan general ve amiraller için suç duyurusu yapılmış ve cezalandırılmışlar.

Hulusi Akar da “hakkında kendisine ihbar yapılan bazı isimler”in terfisini sağlamış.

Özel’in darbe girişimi sonrasında, yaptığı hataları itiraf ederek “Halk hepimizi affetsin” demesi bu hataların ülkeye ve masum insanlara verdiği zararı yok edecek mi?

***

Bu iş yavaş ilerliyor! / Ersoy Dede / Star

15 Temmuz işgal girişimi sonrası başlatılan soruşturma derinleştirilerek sürüyor.. 

Özellikle böylesi bir paralel yapılanma ve neticesinde girişilen demokrasi dışı müdahelelerin arkasından başlayan soruşturmalar, çok boyutlu olarak devam eder..

Evvelâ darbecilerin tam neye ihtiyaç duyabilecekleri masaya konur. Ardından da o ihtiyaçları nasıl giderebilecekleri noktasına doğru ilerlenir.. Temel olarak bir kaç başlığı hemen sayabiliriz..

1) Darbeyi fiilen gerçekleştirecek silahlı güç

2) Darbecileri finanse edecek mali güç

3) Darbe sonrası yargılamaları yapacak yargı gücü..

4) Darbeyi meşru hale getirecek olan akademik güç..

5) Darbe sonrası yürütmeyi tesis edecek olan siyasi güç

6) Uluslararası tanınmayı sağlayacak olan dış güç..

7) Halkı ikna edecek olan medya propaganda gücü

8) Halkı uyuşturacak olan popüler kültür gücü..

Bana bıraksanız ben listeyi daha da uzatabilirim..

Ama sadece bu çıplak gözle bile görünen yapıya yeteri kadar dokunulabildiğini düşünüyor musunuz?.. On binlerce görevden alma, tutuklama, tasfiye oluyor 15 Temmuz’dan beri.. 

Ama mail kutumda biriken ihbarlara bakıyorum, kamuoyunun yeteri kadar tatmin olmadığı ortada.. 50 milyar dolar toplam büyüklük ve milyarlarca dolar düzenli akardan söz ettiğimiz bir devasa yapının çökertilmesi noktasına gereken cesur ve cüretkâr adımların atılmadığını herkes görüyor.. Bir operasyon yapmak için faillerin ya malını mülkünü satıp savması ya da memleketten kaçması bekleniyor.. Amerika Birleşik Devletleri, her seferinde FETO konusu geçtiğinde “adil yargılama için bağımsız mahkemelerden çıkacak kararı bekliyoruz” dediğinde, ne yanıt veriyoruz?

“.. Sen Usame Bin Laden için bağımsız mahkemelerden karar mı bekledin?..” doğru mu?..

Peki örgütün ele başı FETO için ABD’ye verdiğimiz bu ayarı içeride neden hayata geçiremiyoruz?.. 15 Temmuz’da halkın tepesine bombalar yağdıran örgüte, arsalar bağışlayan, paralar veren, onların imkânlarıyla kendilerine alan açan, devlet olanaklarını adeta hortumla örgüte akıtan adamlar için neyi bekliyoruz?..

***

Kürt koridorunun gizli ve derin tarihi / Serdar Turgut / Habertürk

Bu tarih ABD başkenti Washington DC’de yazılmıştır, ama yanına İsrail konulmazsa tam anlaşılabilmesi mümkün değildir.

Amerikan derin devletiyle ilgili bu gizli tarihi bilmeden bugün Amerikan yönetiminin bölgede Kürtlere neden bu kadar önem verdiğini ve stratejilerini neden onların üzerine kurmaya çalıştığını anlamanız mümkün değildir.

Amerikan derin devletinin ana kadrosunu oluşturan Neo-Con’lar güçlerinin zirvesinde oldukları 1980’li yılların sonuna doğru bir “devlet projesi” başlattılar.

Projenin hedefi, bölgemizde İsrail’in güvenli yaşamasını ve geleceğini tayin eden bir yapının oluşturulmasıydı.

A PLANI TÜRKİYE

Bu gibi durumlarda planlar hep alternatifli hazırlanır.

O dönemde İsrail’i koruma ve kollama hedefinin A planında Türkiye vardı.

Plan hazırlamaya girişen bu kişiler, Amerika’yla o günlerde sorunsuz olan Türkiye’nin iyi ilişkiler içinde ve işbirliğinde olduğu İsrail’e bölgede iyi bir güvence oluşturacağını düşünüyorlardı.

Projecilerin A planı buydu.

B PLANI

Ama her zaman olduğu gibi bir B planına da ihtiyaç vardı.

Türkiye’yle ilişkilerin beklenmedik yönlere gitmesi durumunda A planının alternatifi olacak B planı da oluşturulmaya başlandı.

Devletin her birimi bu B planı doğrultusunda çalışmaya başladı.

Ben Hürriyet temsilcisi olarak atandığım Washington’da bu planın son aşamalarına yetiştim.

Bu B planında İsrail için Türkiye’nin devreden çıkması durumunda onun yerini doldurabilecek bir başka oluşuma ihtiyaç vardı.

Amerikan derin devleti o aşamada bu oluşumun “bağımsız bir Kürt devleti”olmasına karar verdi.

Şimdi tartıştığımız şu meşhur koridoru da içeren büyük Kürdistan haritası o yıllarda çizilmeye başlandı.

Daha o yıllarda başlanarak Kürt liderliğiyle oluşturulmaya başlanan gizli ve derin bağlantılar ile geleceğe yönelik destek vaatleri -bugün hangi oluşumu ele alırsanız alın, bu ister PKK ister YPG olsun- işte o günlerin ürünüdür.

Şu anda Amerikan yönetiminin Kürtlere duyduğu güvenin temelinde de bu gizli plan vardır.

***

İstanbul adaylarına FETÖ kumpası / Mahmut Övür / Sabah

FETÖ'nün gerçekleştirdiği 15 Temmuz darbe girişiminin sarsıntıları sürüyor.
Başta FETÖ'nün darbeci generalleri olmak üzere, yargıdan polise, eğitimden idari yapıya, devleti kuşatan ve iş dünyasını saran onlarca FETÖ'cü gözaltına alınıyor, sorgulanıyor.
İşin boyutu giderek genişleyecek gibi çünkü FETÖ'nün genel ve yerel siyasetteki uzantılarına yönelik de ciddi ipuçları var.
O ipuçlarına, özellikle son dönemde 53 bin FETÖ mensubunun kullandığı ve MİT'in deşifre ettiği, "Eagle " ve "ByLock" isimli kriptolu mesajlaşma sistemiyle ulaşıldığı söyleniyor.
Her partiden çok sayıda siyasetçi ve yerel yöneticiden söz ediliyor. Buradan nasıl bir tablo çıkacağını göreceğiz. Ama şimdiden söylenen şu: FETÖ, uzun zamandan beri devleti ele geçirmek için uğraşırken, özellikle siyaseti dizayn etme girişimlerinden hiç vazgeçmedi.
Bunlar da sadece kamuoyunun bildiği Deniz Baykal ve 12 MHP'linin kaset komplosundan ibaret değil.
Yapıyı bilenlere göre öyle şeytani stratejiler izlendi ki, Baykal gibi mağdurlar dahi, komployu onlardan bilmedi. Peki, FETÖ böyle açık olmayan, farklı biçimde kamuoyuna sunulan kumpaslar yapmadı mı? Şimdi gelin, şu sıralarda İstanbul siyaset kulislerinde giderek yüksek sesle seslendirilen enteresan bir siyasi komplonun perde arkasına bakalım.
Tesadüf mü yoksa komplo mu siz karar verin. Yazacağım isimlerin bilinen ortak noktaları siyasetçi olmaları. Önce isimleri sıralayalım:
Bugünün Başbakanı Binali Yıldırım, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, dünün bakanları Egemen Bağış, Erdoğan Bayraktar, şu an milletvekili olan Aziz Babuşçu, hâlâ Fatih Belediye Başkanı olan Mustafa Demir, hâlâ İBB Meclis Başkanvekili olan Göksel Gümüşdağ ve geçen dönem Küçükçekmece Belediye Başkanı olan Aziz Yeniay...
Şimdi sıkı durun; bu isimlerin tek ortak noktaları sadece siyasetçi olmaları değil, bir ortak noktaları daha var: 2014'te yapılacak yerel seçimler öncesi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı için adlarının geçmesi...