Türkiyelilik, mozayiklik Anayasası

“Asker” Anayasa yerine, “sivil” Anayasa’nın hazırlıkları yapılıyor... Bu hazırlıklardan ne çıkacağı, Türkiye’nin bundan sonraki istikametini gösterecek ve de şimdiki emarelere bakılırsa, muhtemelen yeni bunalımlara yol açacak.

Zafer Üskül’ün, Anayasa’dan “Kemalizmi-Milliyetçiliği çıkarmak önerisi” ilk işaretti. Şimdi yeni işaret, yeni Anayasa’yı hazırlayanlardan Profesör Dr. Ergun Özbudun’dan geldi. Bugünkü Anayasa’daki “vatandaşlık bağıyla herkesin Türk olduğu” ibaresinin tekrar “formüle” edilmesi zormuş... Önce neden, yeniden formüle etmek ihtiyacını duydunuz ki. Hem, hiç de zor olmamıştı... Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal bu “zorluğu” , sihirli bir cümle ile çözmüştü: “Ne Mutlu Türküm diyene” ve bu “tılsım” , tortular tekrar su yüzüne çıkana ve nifak tohum ve umutları yeşerinceye kadar Türk milletini “birlikte ve beraber” tutmuştu. Amerika’da, Fransa’da, ora insanlarının etnik kökenleri ne olursa olsun, “Fransalıyım veya Amerikalıyım” değil, “Fransızım” ve “Amerikanım” dedikleri gibi!

Şimdi ne değişti? Önce AKP iktidarda ve sonra da AB var ve böyle sözde aydınlar, profesörler var!

Evet, Sayın Profesör, kendinizi fazla zorlamayın. Atatürk’ün sözlerini unutun. Sayın Erdoğan’ın daha önce dediği gibi, “Türk yerine Türkiyeli” dersiniz olur biter ve Türkiye parçalara kolayca ayrılacak bir mozaik olur! Profesör Özbudun; bildiğim kadariyle siz Cumhuriyetin kurucularından bir aileye mensupsunuz. Vakit erkenken ve mümkünse, AB ve Erdoğan’ın yörüngesinden kurtulun, Atatürk’e dönün!

Hasanpaşa fırını gibi bir yürek: Hasan Pulur

Hasan Pulur, en az elli yıllık dostum. Bab-ı Ali sokaklarında, Vatan gazetesinde başlayan, Milliyet’te devam eden dostluğumuz şimdi telefonda devam ediyor. Kendine bir kızgınlığım var. Benim dalgınlıklarımı fıkralaştırdığı için ve adımı dalgına çıkardığı için! Ama benim de ona bir “hizmetim” oldu. Köşesinin “Olaylar ve İnsanlar” başlığının isim babası benim.

Milliyet bünyesinde, rahmetli Abdi İpekçi’nin öncülüğü ile Türkiye’de ilk küçük gazetenin -küçük boy gazete- Yazı İşleri Müdürü idim. 27 Mayıs darbesinden ve Yassıada’dan sonra, gazeteciliğe dönmek imkânını bana, rahmetli Ercüment Karacan ve Abdi verdiler. Hasan ve rahmetli Turan Aytul da, gazetecilik hayatına “yumuşak iniş” yapmama yardımcı oldular.

Şimdi dostluğumuz telefonda devam ediyor dedim. Hasan’ı sık sık, telefonda arıyorum, ülke sorunları üzerinde dertleşiyor, bazen de bir birimize fıkra anlatıyoruz. Ben telefonu açınca “Orası Hasanpaşa fırını mı?” derim, o da “Nasılsınız Hüsamettin bey?” diye cevap verir. İstanbul’da iken Salı akşamları Bebek Otelinde onunla ve yakın arkadaşlarla buluşur sohbet ederdim. Onlar galiba hâlâ toplanıyorlar!

“Hasanpaşa fırını” derim çünkü Hasan Pulur’un, gerçekten mangal gibi değil, fırın gibi, bir yüreği vardır. Dostlarına sıcak, ülkenin iç ve dış düşmanlarına karşı “yakıcı” !

Köşesinde okudum. Rahatsızlanmış. Doktorlar “Kalp yorgunluğu” demişler... “Yürek yorgunluğu” daha doğru! 75 yıllık dopdolu bir hayatın, 50 yıllık gazeteciliğin neticesi. Son olarak sevgili eşi Meral’i kaybetmesi, bu yüreğe ağır bir darbe vurdu. Ve nihayet 22 Temmuz Seçimleri!

Hasan köşesinde, bir olayı ve bütün memleket sorunlarını, objektif olarak dolandıra dolandıra yazanlardan değildir, yüreği ile yazar ve yüreğine atar. Sen çok yaşa e mi, sevgili Hasan. Memlekete ve bana lazımsın... Yaşa ki, inşallah milletimizin bu karanlıklardan kurtuluşunu, birlikte görelim!

Yazarın Diğer Yazıları