Sahabe ikliminde yaşamak...

Aziz dostlarım, Batı’nın filmleri, dizileri, roman, hikâye ve çocuk kitapları bütün yanımızı yöremizi sararken neleri kaybettiğimizin hiç de farkında olmuyoruz. Kendi film, dizi, roman, hikâye ve çocuk kitaplarımız da giderek Batılılarınkilere benziyor. Sanki Müslüman Türk halkına değil de, Batılı herhangi bir halka sesleniyormuş gibi çalışmalar ortaya konuyor. Böylece de Batı hayat tarzı, dünyaya bakış şekli hem büyüklerin beyinlerini yıkıyor, hem de körpe dimağlara iyiden iyiye yerleştiriliyor.

Sanki ne yaptığımızın farkında değilmişiz gibi hareket ediyoruz. Sanki kendi değerlerimize, ahlâk ve edep anlayışımıza sırtımızı döner de Batılılar gibi hareket edersek “medenileşeceğimizi” sanıyoruz. Batı’nın güdümündeki bazı filmci, dizici, yazar ve çocuk kitabı yazarı bütün bunları bu aziz milleti bozmak ve tarumar etmek için bize dayatır ve bizi benliğimizden, kimliğimizden uzaklaştırmaya çalışırken, bazıları da hiç farkında olmadan, gafilâne bir şekilde onların yaptıkları gibi yapmaya özenerek Batı’nın ve Batıcıların ekmeğine yağ sürüyorlar.

Bereket versin, bu Batı modasına kapılmayan yerli romancılarımız, hikâyecilerimiz de var. Batı arabasına binmeyen bütün filmci, dizi yazarı ve edebiyatçılarımızı okuyarak ve çocuklarımıza da okutarak onları her bakımdan desteklemeliyiz.

Bugün sizlere Batı’ya metelik vermeyen, çok akıcı bir üslûpla nefis bir roman ortaya koymuş ve bizi sahabe ikliminde yaşatmak için elinden geleni yapmış bir yazarımızın eserinden bahsedeceğim. Daha doğrusu bu eserden bizim manen ihtiyaç duyduğumuz o huzur ortamını bize tattıran sayfalardan alıntılar yapacağım.

Bir ‘Serap*’ki...

Bakışı, duyuşu, sezişi ve meselelere yaklaşımıyla tamamen bizden olan Selim Gündüzalp kardeşimiz, “Serap” adlı enfes romanının bir yerinde, kahramanına bizim için tek örnek olan Hazreti Peygamber Efendimiz’i (sav) bakınız nasıl anlattırıyor:

“Hatta bir gün, bir zatın bahçesine girdiğinde kendisini farkedip inleyen, gözlerinden yaşlar dökülen bir devenin yanına giderek devenin gözyaşlarını silen, sahibine ise, bundan sonra ona iyi davranmasını emreden biriydi O.

Bu kadar şefkatliydi canlılara karşı. Bu anlatacağım daha da enteresan. Yine bir gün, bir çocuk sahabenin, Ebu Umeyr’in çok sevdiği kuşu ölmüştü. Kuşunun ölümünden duyduğu üzüntüye karşılık Hz. Peygamber ona başsağlığına gitmişti.

Küçüklerle ilgili bir büyük örnek daha... Hz. Peygamber’e çocukluğunda hizmet eden Hz. Enes şunları anlatır:

’Ben Hz. Peygamberin on yıl hizmetinde bulundum. Hatalı davranışlarım ve yanlışlarım olmasına rağmen Hz. Peygamber bir gün olsun, ne yaptığım yanlışları yüzüme vurmuştu, ne de bana çirkin söz söyleyip azarlamıştı.’

O’nun kalbinde bütün mahlûkata karşı taşıdığı eşsiz rahmetin, şefkatin yüzlerce, binlerce örneklerinden sadece birkaçı bunlar.

Hz. Peygamberin bakışı ibret, konuşması zikir, susması fikirdi. Yamalı pabuç giymekten çekinmeyen, sert arpa ekmeği yemekten vazgeçmeyen, evini süpürüp, söküğünü dikmeyi asla kendinde küçüklük olarak görmeyen, alçak gönüllü bir büyük insandı O.

Gün gelir Medine’nin çocukları, yeni yetişmiş, turfanda meyveleri O’nun elinden alarak tadarlardı, bu meyveleri O’nun ikramı olarak yerlerdi. Gün gelir onların oynadıkları oyunları seyredip, zaman zaman onlara tezahüratta, alkışlarda bulunurdu. Gün gelir, devesinin arkasına alıp, gezdirdiği olurdu onları.”

Yüzü Batı’ya değil de bize dönük olan bu romancımız, insanımıza hatadan dönmenin, Allah’a yaklaşmanın ne kadar güzel bir haslet olduğunu yine kahramanına söyletir:

“İnsanların ümitsizliğe düşmemeleri için çırpınan kocaman bir yürekti O. Ve bir gün şu sözü söylerken, ne kadar duygu dolu anlar yaşamıştı: ‘Allah’a yemin ederim ki, ‘demişti’ Allah’ın kulunun tövbe etmesinden dolayı duyduğu hoşnutluk, herhangi birinizin ıssız çölde kaybettiği devesini tekrar bulduğu zamanki sevincinden daha fazladır, daha büyüktür.”

Kıbrıs rûyası ve Hala Sultan...

Kıbrıs’ın tapusunun sonsuza dek bizde olması gerektiğini de yine roman kahramanına şu gerçekleri anlattırarak okuyucusunun zihnine yerleştirir:

“Bir gün Hz. Peygamber, aşırı öğlen sıcağında dinlenmek için halasının evini teşrif eder. Halası, uyandığında Peygamberimizi tebessüm ederken görür ve sorar: ‘Niçin tebessüm buyurdunuz?’ diye. Efendimiz de ona: ‘Ümmetimi gemilere binmiş, denizlerde ülkeler fethetmeye giderken görüyorum. Onun için gülümsedim,’der. Halazadesi: ‘Dua edin ben de onların arasında olayım,’ deyince, Hz. Peygamber, ‘Olacaksın. Sen de onların arasında bulunacaksın,’ buyurur. Çok zaman geçmeden, Kıbrıs’a ilk ayak basan İslâm ordusunun önünde, işte bu Halamız vardır. Nasıl olduysa, bindiği atın ürkmesiyle yere düşmesi ve oracıkta, daha karaya ilk ayak bastıkları yerde düşüp vefat etmesi bir olur bu mübarek annemizin. İşte o gün, bu gün mezarı ziyaretgâh olup, Müslümanlar için özel bir mana ifade etmektedir burası. Çünkü Rasulullah’ın işaret ettiği bir mucizenin gerçekleştiği bölgedir Kıbrıs toprakları... Anladın mı şimdi? Kıyamete kadar da kim, hangi açıdan bakarsa baksın, dünya gündeminden hiç bir zaman düşmeyecektir Kıbrıs; yeri, önemi ve Hz. Peygamberin işareti açısından.”

Okullarda “okuyan” gençlerimizin de rahatça anlayabilecekleri ve zevkle okuyabilecekleri oldukça sade bir Türkçeye sahip olan Selim Gündüzalp’in “Allah ve Dua” ve çocukluk hatıralarını anlattığı “Muzlu Çikolata ve Kargalar” kitapları da bu roman kadar hoş ve dikkat çekici. Bizim gibi duyup bizim gibi düşünen bu yazarımızın kitapları, bugünlerde gönül rahatlığıyla tavsiye edebileceğiniz eserlerdir.

—-

* Zafer Yayınları, +90 (212) 512 80 80, www.zaferdergisi.com

Yazarın Diğer Yazıları