Devlet ve ordu düşmanlığı

Devletin kusuru da kabalığı da olabilir.

Ordunun da öyle.

Amma bütün bunlar devlet ve ordunun küçültülmesi, aşağılanması ve işlevsizleştirilmesi için bahane olamaz. Çünkü böyle bir şey o devlet ve orduyu var eden millet mensuplarının değil o devlet ve ordu düşmanlarının istediği bir şeydir. Devletsizlik ve ordusuzluğun ne demek olduğunu öğrenmek isteyenlerin Filistin’e, Irak ve Afganistan’a bakmaları yeter de artar bile.

Unutmayalım ki 1919’lu yıllarda vatanımızın belli bölgeleri de bir Filistin, bir Irak, bir Afganistan gibiydi. Yunan gelir, gelinine tecavüz eder, camilere doldurur, üzerine gaz döküp kibriti çakıverirdi. Elhamdülillah bu millet o kâbusu çabuk atlattı, yeni bir devlet ve güçlü bir ordu kurdu. Kurulan bu yeni devlet ve bu devleti kuran muzaffer ordu ve Meclis sayesinde bu milleti Anadolu’dan söküp atmak isteyenler kabuklarına çekilip, “Bakalım Türk ne yapacak?” diye beklemeye, daha doğrusu yeni bir fırsat kollamaya başladılar.

Uzatmayalım o günlerden bugünlere geldik.

Bir müddettir ne olduysa bu milletin devlet ve ordusu, bu toprağın insanına, tıpkı Milli Mücadele günlerindeki Yunan ağzıyla kötüleniyor. Ordu ve devlet ’zararlı organizasyonlar’ olarak zihinlere zerk ediliyor. Milletin sofrasında ekmek yoksa ve insanımız çalışacak iş bulamıyorsa ve daha başka ne tür kötülük varsa bütün bunların faturası ordunun varlığı ve devletin ağırlığıyla irtibatlandırılıp, bütün iyi şeylerin kaynağı olarak da “sivil toplum” gösteriliyor. Böylece, “ordu/millet” olarak kaynaşmış ve bu topraklardaki binlerce yıllık varlığını bu kimya ile başarmış bu aziz varlık, “ordu” ve “millet” olarak karşı karşıya getiriliyor, getirilmiş bulunuyor.

Geçmişte Kıbrıs’ta ENOSİS peşinde koşan ve Karadeniz’de Pontus hayalleri kurup İstanbul’a Bizans bayrağı çekmek isteyen Yunan da böyle olsun istedi başaramadı, amma işte bugün bunu, bu toprağın insanına yaptırabiliyorlar.

‘Devlet düşmanlığını’ öyle ’suret-i Hakk’tan’ kılıflarla takdim ediyorlar ki, insan ister istemez, “Bu metot olsa olsa Şeytanın aklına gelir!” demekten kendini alamıyor.

Meselâ, “Atanmış mı, seçilmiş mi?” diye sorulup, “Elbette seçilmiş” cevabı veriliyor. “Seçilmiş atanmıştan üstündür!” deniliyor. Böylece millete, “Bak, ben devletin atadığına değil, senin seçtiğine değer veriyorum!” deniliyor, millet de, “Vay be” diyor, “Meğer benim oyum nelere kadirmiş, işte bu oyla ben, bugüne kadar beni adam yerine koymayan devleti hizaya getirmiş bulunuyorum!” sarhoşluğuna kapılıyor.

Sanki seçtiği kendi evladı da devletin atadığı Asala militanı!

Oysa devletin atadığı da kendi çocuğu, oy verip seçtiği de.

İnsanımın hani o, “Atanmış” diyerek “seçilmişten çapsız” gördüğü kişi aslında ceketini satarak okuttuğu kendi evladı iken, çoğu zaman seçilerek gelen kişi, kimi yerde bir toprak kimi bölgede bir sendika ağası, yahut devletle iş kotaran bir işadamının kendisine ceket ve etiket aldığı, yahut uluslararası organizasyonların çarkında şekillenmiş, hatta-hatta, sandıktan çıkıyor gibi görünmesine rağmen bir terör örgütü mermisi gibi namludan çıkmış bir kişi pekâla olabilir, olabiliyor. “Atanmıştan mutlaka üstün” görülen o ’seçilmiş’ kişi bunlardan hiç biri değilse, biliniz ki o zaman o kişi yine milletin değil ’genel başkanın seçtiği’ kişidir. Yani Türkiye özelinde hiçbir zaman ’milletin seçtiği’ diye bir şey yoktur, varsa bile istisnadır ve onun da millete köklü faydası olacak bir etkisi yoktur.

Öyleyse, “Seçilmiş atanmıştan üstündür!” diyen ve bunu millete bir şekilde kabul ettiren genel başkanlar ve meçhul eller aslında “Benim seçtiğim, devletin atadığından üstündür” demektedirler. Siz, ’(başka) birilerinin’ aklının, binlerce yıllık hafızası olan (kendi) devletinin aklından üstün olabileceğine inanıyor musunuz?

“Seçilmiş mutlak üstün” olsaydı, futbol kulüpleri takımlarını taraftarlarının oyları ile oluşturur, Sabancı ve Koç gibi müesseseler yöneticilerini kamuoyu yoklamaları ile seçerlerdi.

Ey milletim şunu bil ki, “Atanmış dediğin kişi, ceketini satarak doktor, subay, hakim, mühendis yaptığın senin evladındır!”

İlla birinin üstünlüğü söz konusu ise bu üstünlük o kişinin bulunduğu makamdaki ehliyet ve hizmeti ile müsemmadır. Bir de, “Atanmış” okumuş, adam olmuş demektir..

Yazarın Diğer Yazıları