Büyük kentlerde salgın hastalık tehlikesi

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin kaderini doğrudan ilgilendiren bir konu Galatasaray transferleri kadar bile gündemde kalmadan geldi geçti. Irak’taki kukla hükümetin başbakanı, sözde PKK konusunda AKP hükümeti ile görüşmek üzere Ankara’ya geldi. Ne acıdır ki kukla bir hükümetin yetkilileri bile bizimkilerle dalga geçti ve bir şey vermeden, çok şey alıp gitti. İşte o noktada durup düşünmek gerek, onların ki mi kukla yoksa bizimkiler mi?

Tabii bu arada şehit cenazeleri gelip geçiyor. TSK, işgal ettiği Irak’ta bir savaş durumundaki Amerikan ordusundan fazla kayıp veriyor kendi topraklarında. Bu ne kadar acı bir gelişme değil mi, kendisini gerçekten Türk hissedenler için?

Türkiye’de son günlerde duyulan tek ses var elektrik ve su kesintileri ile fiyat artışları. Hükümet ise sanki her zaman olduğu gibi Fransız hükümeti, Meclis Başkanı, Bakanlar Kurulu, Cumhurbaşkanlığı gibi asli konulara göre daha az acil konularla gündemi götürmeye çalışıyor. Bu konularda tek tık yok...

Evde yabancı televizyonları merakla karıştırıyorum. Acaba Türkiye’yi bir milli felaket aşamasına getiren bu su sıkıntısı ve global ısınma, oralarda Avrupa ülkelerinde nasıl algılanıyor, elin yabancıları ne yapıyorlar diye. Onlar daha önce önlemlerini aldıkları için ve onlarda bir Melih Gökçek bir Kadir Topbaş bulunmadığından dert değil. Kısa kısa haberler.

Bizde ise Başbakan ve şürekâsının hâlâ önemli bir olay olarak görmediği olayın bir milli felakete dönüşmesi an meselesi. Öncelikle ben Ankara’dan ayrılmadan önce (yani bir hafta kadar evvel) tüm Ankara kanalizasyonlarının resmen kötü kokular yaymaya başladığını algılamıştım. Su, bu tür olayların ilk ve büyük önlemi olduğu için, özellikle büyük kentlerde salgın hastalık tehlikesinden korkuyorum.

Türk halkını gelişmişlikten ayıran geleneksel özelliği, gemisini kurtaran kaptan hesabı, herkes bireysel önlemini alıp, kendini sağlama alması. Tabii gene dar düşünüyor. Balkonlara yığılan su bidonları falan kurtaracak sanılıyor bu krizi, peki yemek yediğiniz lokantanın, hizmet gördüğünüz hastanenin veya bindiğiniz otobüs veya metronun temizliği nasıl yapılıyor acaba hiç mi merak etmiyorsunuz.

Çocuklarınızın oynadığı sokaklarda üreyen mikropları da balkonunuza stokladığınız sularla mı temizleyeceksiniz? Hayret ki hayret vallahi. Yaşadığınız apartmanın temizliği konusunda bir fikriniz var mı? Olmadığından eminim. Arabanızı yıkamak bence daha önemli.

AB’ye gireceğiz diye yırtınan Türkiye, oy vererek seçip işbaşına getirdiği yöneticileri yüzünden, bir Afrika kabilesinden de daha kötü yaşam koşullarına itilmiş durumda. Sınırlarında ve topraklarında can ve mal güvenliği olmayan bir Türkiye. Uygarlık ve teknolojinin her türlü alet ve edevatına sahip olmasına karşılık bu uygarlığı uygulayamayan bir Türkiye. Bunun için mi sattınız çocuklarınızın geleceğini yüzelli liraya?

Hafta başında babamın yatan arabasını, sanayide kontrolden geçirip muayeneye götürmek istedim. Yazlık yerlerinde her gün muayene olmadığı içinde telefonla hafta başında muayene günlerini öğrendim. Telefon başındaki yetkili sıranın çok olması nedeniyle sabah erkenden sıraya girmemi istedi. Sabah yedide kalkarak muayene yapılacak Karayolları istasyonunun önüne gittim. Kapıda benim gibi şaşkın 10-15 araba sahibi söylenip duruyordu.

Öğrendik ki, bir gün önce kimseye ilan etmeden muayene günlerini değiştirmişler. E halk eşek ya. Sabahın köründe muayene yerine gidecek ve durumu öğrenecekti. Kardeşim böylesine bir sistem ve anlayış bırakın Avrupa Birliğini, Afrika Birliği ve kabilelerinde bile olmaz. Uygarlık, öyle cafcaflı telefonlar taşımakla, Mercedes veya diğer lüks otomobillere binmekle veya Amerikan sigarası içmekle değil, kültür birikimi ile olur.

Çok sağ olun ki Cumhuriyetin kuruluşundan buyana kör topal biriken bu medenileşmeyi ve kültür birikimini de bir torba yiyecek poşetiyle değiştiğimiz için, yapılacak ve söyleyecek şey kalmıyor. Cebinizde son model telefon ve Amerikan sigarası ile çeşmeden su taşımaya devam...

Yazarın Diğer Yazıları