Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Durmuş HOCAOĞLU

Durmuş HOCAOĞLU

Ankara Kokuşuyor; Ama Asıl Kokuşma Zihniyet'te...

Ankara kokuyor; çünkü susuzluk birdenbire tam bir kâbus gibi beş milyonluk bu şehrin üzerine bütün heyûlânî varlığıyla abandı. Bu kâbusun İstanbul’un üzerine çökmesi de ân mes’elesi, ama bir miktar ümit var şimdilik ve ben de hiç olmazsa Ankara’da değilim diye buruk bir sevinç duymuyor değilim doğrusu; buruk, çünkü orası da benim memleketim; aynı zamanda da utangaç, çünkü ahlâkî bulmuyorum ve yine buruk, çünkü elimden birşey gelmiyor. Ankara kokuyor; Türkiye’nin resmî pâyitahtı - gayri resmî ve hakikî pâyitahtı, makarrı İstanbul’dur her zaman ve hep de öyle kalacaktır - ve ikinci büyük şehri bir felâketler zinciri ile karşı-karşıya: Bu gidişat ankarîbüzzaman durdurulamayacak olursa - nasıl ve hangi imkânlarla, kimsenin birşey bildiği yok - salgın hastalıklardan yağmaya kadar herşey olabilir ki bu Ankara’nın çöküşü demektir. Sâdece Ankara’nın mı? Elbet de hayır! Çünkü bu kadar büyük boyutlara varmış bir felâket tabiatiyle Ankara ile sınırlandırılamaz, bütün memleket sathına dalgalar hâlinde yayılacak bir domino etkisi hâsıl eder ve her yere ulaşır. Beş milyonluk dev bir şehir taşıma su ile sulanabilir mi?? Hayır! Karantina’ya alınabilir mi? O da hayır! Ne olacak pekâlâ? Kimse bilmiyor, herkes susuyor. Haberlere göre Ankara’nın onyedi günlük suyu kalmış, herkes susuyor.
Nasıl bir memlekette yaşıyoruz, Allah aşkına!
Bu nasıl bir utanç verici zihniyet!
Birkaç yazı önce, “zihniyet” üzerine yazmak niyetinde olduğumu söylemiştim; yazacağım; aslına bakarsanız şu ânda yazdığım türden yazılar beni sıkıyor, ama perhize daha bir müddet devam edeceğim, o sebebe binâen şimdilik kısaca söyleyeyim: Şark zihniyeti! Daha açıkçası, dejenere Şark zihniyeti; bir zamanlar medeniyetin menbâı olmuş olan, “Işığın Doğduğu” Şark’ın - Ex Oriente Lux - çöküşü ile O’ndan geriye kalan, asâletsiz bir zihniyet müsveddesi.
Nedir bu zihniyet?
Kısaca şöyle: Hesap kitap bilmemek ve esâsa, köke değil, görünüşe önem vermek.
Fazla allâmeliğe hâcet yok; bu dejenere zihniyetin tezâhürlerini sıradan insanların gündelik hayatlarında da görebiliriz. Meselâ, bugüne kadar iki ayrı apartmanda cem’an altı seneden fazla yöneticilik yaptım, iyi bildiğimi söyleyebilirim. Yönetici olarak hep altyapıya yönelmek istemişimdir: Su, kanalizasyon, yeraltı telefon ve elektrik hattı, elektrik panosu, çatı, zemin takviyesi, kalorifer, su deposu; ama karşımda hep dehşetli bir şekilde, ekseriyetle, dış görünüşe meyleden bir mukavemet oluşuyordu: İç ve dış boya, apartman önüne kilit taşı döşenmesi vesâire. Yine meselâ, fabrika mühendisliği yaptığım yıllarda, asgarî ücretle çalışan işçi kızların kıyâfetlerindeki aşırılık bende her zaman şaşkınlık ve iticilik hâsıl ederdi; sebep aynı: Gerçekte birşey iken başka birşey imiş gibi görünmek. Ve talebelerim; otuzbeş milyon liralık fizik ders kitabının fiyatını fazla bulduğu için almayı reddederek tek bir temel fizik kitabı dahi okumadan ders notları ile mezun olan, ama yüzlerce milyon liralık lüks cep telefonu taşıyan “fizik” talebelerim. Yine aynı dejenere zihniyettir ki bizleri, içleri doldurulamamış diplomalarla, boş ünvanlarla, birşey değilken başka birşey imiş gibi görünmeye sevk etmektedir: Gerçek bir doktor değil, ama doktor; çünkü diploması var, meselâ.

Ve hesap-kitap. Yazarsam destan olur; onun için kısaca söyleyeyim: Hesaptan- kitaptan gerçekten anlamış olsaydık, bu kadar mükemmel bir coğrafyada yetmiş nilyon insanın Batı’da ancak bir büyük şirketin yıllık cirosu kadar gayri safî hâsıla yaratabilmekten utanç duyması îcap ederdi ve kezâ, hesaptan ktaptan gerçekten anlamış olsaydık, büyüklük ve heybette dünyada üçüncü sıraya yerleşen - ve üstelik koltukları ceylân derisi kaplı - bir parlamentoya sâhip olmak için önce dünyada üçüncü sıradaki ülke olmaklığımız îcapettiğini akletmemiz îcap etmez miydi?
Ankara kokuyor, daha doğrusu, kokuşuyor; ama asıl kokuşma ‘zihniyet’te...
Bu ‘zihniyet’üzerine bir yazı daha ister bana kalırsa.

Yazarın Diğer Yazıları